Abdullah Harmancı – İnce İnsanlar
Ahmet Aka’yı ne zaman tanıdım? İlk karşılaşma nasıl oldu? Neler söyledik birbirimize? Bunu hatırlamıyorum. Ama Ahmet Aka’nın Merhaba gazetesinin eski versiyonu olan Türkiye’de Yarın’da şiirler yayınladığını hatırlıyorum. Tanışmadan önce ününü duymuştum. 1990 yılında Merhaba kuruldu ve mesela Hakan Albayrak bu gazetede bir süre çalışmıştı. (Gazete gözümüzde ne kadar büyümüştü!)
Konya İmam Hatip’te okuyoruz. Milli Gençlik Vakfı Sayha adında bir dergi çıkartıyor. Bu dergide şiirler yayınlıyorum. Şimdi Karaman’da yaşayan Hasan Erkan’la, Kayseri’de yaşayan Kani Çınar ağabeyler bizi gayretlendiriyorlar. Mesela Kani Çınar’ın bana İsmet Özel okuyup okumadığımı sorduğunu hatırlıyorum. Bir süre Erbain’le gezdiğimi. Kendimi önemli bir adam gibi hissediyordum. İşte bu günlerde, Ahmet Aka hayatıma girdi. Artık şimdiki belediye binasına bakan büyük bir apartmanın üst katlarındaki Merhaba bürosuna sık sık gitmeye başlıyorum. Ahmet Aka’nın odasında olmak; şiir, öykü, roman konuşmak, çay içmek, heyecanlarımızı anlamayan ve bilmeyen dış dünyadan biraz olsun kaçabilmek, bir sığınak bulabilmek anlamlarına geliyor. Uzun seneler böyle devam diyor. Zaman zaman Merhaba’da bir şeyler yayınlıyorum. Şiir, eleştiri yazıları yazıyorum.
Derken üniversite zamanı geliyor. Üç ay kadar Merhaba gazetesinde “Cumartesi Edebiyat” başlıklı bir sanat sayfası çıkarıyoruz. Bu ismi sanırım Mehmet Harmancı öneriyor. Demek ki 19, 20 yaşlarındayım. 1992, 93, 94… seneleri. 1996 sonrasında, öğretmenlik sebebiyle Konya’dan uzaklaşıyorum. Aka’nın Eylül macerası da o günlere denk geliyor. Ahmet Aka demek, kitap, gazete, dergi çıkarma planları yapan adam demektir. Bütün bu planlar beni de heyecanlandı rıyor. Eylül’ün bazı sayılarında çok hüzünlü denemeler kaleme aldığımı hatırlıyorum. Hepsi var arşivimde. Ama o arşivi açacak ve dergi, gazete sayfaları arasında gezinecek mecalim yok. Bunun ruhuma verdiği ıstırabı bilemezsiniz. Eski dergi sayfalarını karıştırmak ruhuma derin bir acı veriyor. Evet. Bildik duygu. “Geçiyor olmak”. Yakıcı bir şey. Sevgili Mehmet Ali Köseoğlu, Ahmet Aka ve ben, bir yerlerde oturup Eylül dergisi için planlar yapıyoruz. Sonra ben Konya’dan uzaklaşıyorum. Döndüğümde Mehmet Ali’nin sitem ettiğini hatırlıyorum. “Hani bize destek verecektin?” edasıyla…
Seneler akıp gidiyor. Ahmet Aka çalıştığı gazeteleri değiştiriyor. Benim Ahmet Aka’yı ziyaret yerlerim değişiyor sadece. Konularımız, esprilerimiz, meselelerimiz, dertlerimiz pek değişmiyor. Derken -benim itirazlarıma rağmen- gazeteciliği bırakıp matbaa kuruyor. Şimdi matbaasında ziyaret ediyorum onu. Sonunda elime bir kitap tutuşturuyor. Ahmet Aka’nın son kitabı: İnce Düşler. 2012’de Çimke Yayınları’ndan çıkmış. Aka’nın kendi yayınevi.
İnce Düşler’i açıp okumaya başladığım andan itibaren, geride kalan çeyrek asır geçiyor gözlerimin önünden. İlk kitabını 1990’da yayınlamış Ahmet Aka. Dört şiir kitabı, bir de romanı var. İnce Düşler, onun altıncı kitabı. Kitabın türü için ne diyeceğiz? Şiirlerle şiirsel düzyazılarını bir arada toplamış, diyorum ben. Kitabın başında yer alan şiirsel düzyazılar bir bütünlük içeriyorlar. Kitaptaki şiirlerin bir bölümü de bu şiirsel düzyazı örnekleriyle uyum içinde. Ancak şiirlerin diğer bölümü için bu bütünselliğe uyduklarını söylemek zor.
Aslında şehir üstüne düşünen, şehri yazılarına, incelemelerine konu edinen akademisyenler için, yazarlar için önemli ipuçları barındırıyor kitaptaki “mensure” de denebilecek bu şiirsel düzyazılar. Hemen bütün yazılarda şehre sesleniliyor. Ahmet Aka metinlerinin tipik özelliğinin yoğun duygusallık ve aynı şekilde yoğun karamsarlık olduğunu hatırlayacak olursak, bu yazılar da tipik Ahmet Aka metinleri. Karamsarlıklarının altında gerek yazarın kendi mizacından getirdiği genetik refleksler gerekse modernleşen, betonlaşan, ruhunu yitiren, öz yapısına uygun olmayan bir biçimde yenileştirilen Konya’ya duyulan üzüntü var.
Bu yazılar genel anlamda bir ağıt. Modernleşen Konya’ya ağıt. Buradaki trajik unsuru daha da trajikleştiren, yazıların boğazımıza bir düğüm olup durmasına sebep olan şey, Aka’nın Konya’yı bir şair gibi, bir dost gibi, bir yaren gibi seviyor olması. Bakın ne diyor: “İçimdeki şehir büyüyor. Büyüyor içimdeki sevinç. Karatay ne kadar da güzel Allah’ım. Mevlana ne kadar da hoş. Işık böcekleri gibi toplandık burada. Ey şehir! Ey en güzel insanlar memleketi! Araplar, Sedirler, Ellezin Kavakları ey… Türbe önünde faytonlar yutan şehir. Samanpazarı’nda yaşlı dünya çocukları… Ladik halısında ilmik olan ip. Kayalıpark’ta simit satan Cevahir…”
Bir şehri böylesine sevince, onun hızla betonlaşması, öz ruhundan uzaklaşması da Aka’nın acı ve acıklı şeyler söylemesine, eleştirilerini “kahr”a dönüştürmesine sebep oluyor. İşte kitapta yer alan şiirlerin de tam da buradan başlaması gerekirdi. Dolayısıyla şiirlerle mensurelerin bir dosya bütünlüğüne sahip olmalarını beklerdik. Bazı şiirler dışında bu bütünleşme sağlanmamış. “Sen Konya Olsan” şiiri ise, bu bütünlüğü tam olarak sağlamış şiirlerden. Ahmet, bu kitabında eski şiirlerine de yer vermiş. O sebeple, zaman zaman Necip Fazıl kokan heceli şiirlere, zaman zaman içinde bir İslam devrimcisinin genç ruhunun depreştiği delişmen şiirlere rastlıyoruz.
Ahmet Aka, benim için, Konya’yı Konya yapan birkaç kişiden biridir. Çok duygusaldır. Kırılgandır. Biraz alıngandır. Gani gönüllüdür. Seni Ne İhtiyarlattı’nın ilk öyküsünü ona ithaf etmiştim. Öykü dikkatle okunursa, neden ona ithaf edildiği anlaşılacaktır. Vesselam!