Ahmet Aksoy – Türk Sinemasında Bir Kilometre Taşı: A Ay
Türk Sinemasının, zeminini henüz pek sağlamlaştıramamış, kuramsal tartışmaların daha çok ideoloji merkezli olarak şekillendiği, içinde filizlenip boy veren akımların pek de uzun ömürlü olmadığı ve siyasi çalkantılara paralel gelişim seyri gösteren bir sinema olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. 1960’lı yıllarda 27 Mayıs askeri darbesinin getirdiği siyasi konjoktüre bağlı olarak ortaya çıkan sinemasal akımların – Toplumsal Gerçekçilik, Ulusal Sinema, Devrimci Sinema ve Milli Sinema… – 1980’li yıllara gelindiğinde yaşanan yeni bir darbe süreciyle birlikte, sonradan bağlılarınca başka bir isimle – Beyaz Sinema – anılmasına karşın aynı biçim ve özle varlığını sürdürmeyi başarabilen tek sinema akımı olan Milli Sinema akımı dışında tümden yok oluşları başka nasıl açıklanabilir? Üstelik bu durum, Türk sinemasının varlık sahasına çok önemli katkılarda bulunmuş iki büyük ustanın; Toplusal Gerçekçiliğin büyük ustası Ö. Lütfü Akad ve önceleri Toplusal Gerçekçi iken daha sonra özellikle Kemal Tahir etkisiyle Ulusal Sinema Akımı içerisinde yer almış olan Metin Erksan’ın sinemadan koparak bir daha film yapmamalarına da sebep olmuştur.
80’li yıllar, Yeşilçam Sineması etkisinin tamamen kaybolduğu, Hollywood Sinemasının tüm dünyayla birlikte Türkiye’deki sinema salonlarını da esir almaya başladığı yıllar olarak görülebilir. Bu dönemde ucuz video filmleriyle ayakta kalmaya çabalayan, kimliksiz ve renksiz bir sinema ortaya çıkmıştır. Söz konusu yıllar boyunca yaşanan apolitikleşme sürecinden ciddi biçimde etkilenen sinema sektörü hiç biri zerre miktarı sanatsal bir değer taşımayan, uyuşturucu, kumar ve alkolizm gibi dönem gençliğini ve aileleri kuşatan bir takım toplumsal sorunları ele alan filmler üretmiştir. Bu filmlerden pek çoğunun insana dair, hayata dair söyleyebildiği, hissettirebildiği hiçbir derinlik yoktur. Ancak bazı filmleriyle Halit Refiğ’i ve sinema çevrelerince ne anlatmak istediği hep sorgulanmış ve bir türlü hak ettiği değeri bulamamış olan Ömer Kavur’u ayrı bir yere koymak gerekir.
Türk Sinemasının tam olarak neye tekabül ettiği, onu diğer sinemalardan ayıran şeylerin neler olduğu konusu da oldukça netamelidir. Kendine özgü dili ve biçimsel yanlarıyla yetkinliğini ispat edebilmiş bir Türk Sinemasından söz edilebilir mi? Ayşe Şasa Türk Sinemasını tanımlarken “Türk Sineması, Gerçekten çok temsile ve görüntüye dayalı bir anlatımı olan, ses-görüntü karşıtlığından, görüntü anlam karşıtlığından, tema-karşı tema çatışmasından yani batılı bir anlatımdan taban tabana zıt olarak, ses-görüntü parelelliğine, görüntü-anlam parelelliğine, müzikteki tek seslilik ilkesine bağımlı ve öyküleme tekniği olarak trajikten daha çok epiğe dayalı bir görsel anlatım çabasıdır”(Şasa, 1993: 7-8). demektedir. Sinema tarihine bakıldığında genel bir gerçeği ifade etmekten ziyade ne yazık ki arzulanan bir durumu ortaya koyduğu açıkça belli olan bu güzel tanım, sinema tarihimizde çok az örnekte tecessüm etmiş bulunmaktadır. “Ne Doğu kültürünü biliyoruz, ne Batı kültürünü. Neden bu ikisiyle doğru bir hesaplaşmaya girmemişiz? Bizim dünyadaki yerimiz nedir, bunu bil miyoruz. Birey olarak kendi kültürümüz de yok. Bir Batılı yönetmen gibi, hem kendiyle, hem dünyayla hesaplaşmaya elverişli, geçmiş kültür birikimini mutlaka kullanabilen birikimimiz de yok”(2009: 43). diye hayıflanan Metin Erksan, yaşanan durumu acılıkla ifade etmektedir. Lütfü Akad’ın sözleri çok daha vahim bir durumu özetlemektedir adeta: “Bugüne kadar yaptıklarımız, ne yapılmaması gerektiğinin göstergesidir. Umarım bundan böyle yapılması gerekene geçeriz”(Aktaran: Şasa, 1993: 33).
80’lerin sonuna gelindiğinde, Yeşilçam’ın en prestijli senaristlerinden biri olarak kabul gören, aynı zamanda kuramsal tartışmalarıyla da sektöre ciddi katkılarda bulunan Ayşe Şasa’yı bile derin heyecanlara sürükleyen bir film çıkageldi; a ay! Genç bir yönetmen olan Reha Erdem’in ilk uzun metraj denemesi olan bu film, çoğu nitelikli sanat eserinin başına geldiği gibi salonlarda pek bir gösterim şansı bulamasa da, işin erbabı olanlarca çabucak fark edildi ve çok önemli festivallerden ödüllerle döndü. Sinemamız açısından önemli bir kırılma anına işaret eden bu film yeni diye anılmaya başlanacak bir dönemin de kapılarını aralamış oldu. Yeni Türk Sineması onunla başladı ve sinema sektörünün önünde hem nitelik açısından hem de üretimsel açıdan her şeyin daha da iyi olmaya başladığı bir dönem açılmış oldu. Henüz kuramsal olarak adı konulamamış olsa da, bu yeni açılan kapıdan hızla akmaya başlayan yeni dalga yönetmenlerin filmleri, hem uluslar arası festivallerden yüz akı başarılarla döndüler hem de uzun yıllar sonra ticari açıdan Hollywood’u geride bırakabilecek işler çıkarmaya başladılar.
Bu yeni dönemin öncüsü ve fitili ilk ateşleyen film olan A ay, babasını ve annesini çok küçük yaşta kaybetmiş olan, çocukluk devresini geride bırakıp bir genç kız olmaya hazırlanan Yekta’nın düşle gerçek arasında gelgitlerle dolu yaşamından kısa bir kesit sunuyor izleyicilere. Yekta halası Nükhet Seza ve büyükbabası Sırrı Bey’le birlikte büyük bölümü tamamlanamamış fakat bununla birlikte artık oldukça eskimiş olan bir konakta yaşamaktadırlar. Yekta’nın artık yatalak olan büyükbabasının odasına girmesi yasaktır. Diğer halası Nehir İngilizce hocasıdır ve adada yaşamaktadır. Nükhet Seza ile Nehir arasında derin farklılıklar ve gizliden gizliye yaşanmakta olan bir çatışma hali mevcuttur.
Nükhet Seza konakta yaşamayı seçmiş geleneklerine bağlı gibi görünen bir kadındır. Nehir ise konaktan yıllar önce kopmuş ve kendine ait bir yaşam kurmuştur. Her ikisi de hiç evlenmemiş olan kardeşlerin geçmişlerinde peşlerini bırakmayan derin bir sır vardır. Yekta bu sırlarla örülü konakta annesi İhsan’ın neden öldüğünü merak etmekte ancak tatmin edici bir cevaba ulaşamamaktadır. Her gece annesinin kayıkla pencere önünden geçtiğini söyleyen Yekta’ya Nükhet Seza halası düş gördüğünü söylemekte, Nehir halası ise bunların birer saçmalık olduğunu düşünmektedir. Nehir Yekta’yı yatılı okula vererek içinde bulunduğu durumdan kurtarmak istemektedir. Ancak Yekta ve Nükhet Seza bu duruma pek sıcak bakmamaktadırlar.
Gerçek nedir? Biz gerçeğin neresinde durmaktayız? Her gördüğümüz şey gerçek midir? Bu sorular filmin temel problematiğini oluşturuyor. Ve filmin mottosu olarak kabul edebileceğimiz can alıcı soru: Rüyalarını gösterebiliyor musun?
Filmde seçilen her mekan, filme adeta bir baş rol oyuncusu gibi dahil edilmektedir. Yönetmen yarım kalmış ve bu haliyle köhneleşmiş olan bir konağın yer yer insanın içini ürperten atmosferinde, her şeyin yarım yamalak ve kırık dökük yaşandığı bir ailenin çözülüşünü, yok oluşunu simgeleştirmektedir. Nükhet Seza kendi gerçekliğiyle yüzleşmekten korkan, değişmek duygusundan oldukça uzak biri olarak bu konakta adım adım yok oluşa sürüklenmektedir. Nehir’in yaşamayı seçtiği ada, bir kaçış, yabancılaşma ve kendini yeniden arayışın metaforu olarak sunulmaktadır. Deniz gizemin, sonsuzluğun, varlığın ve yokluğun remzidir. Film başlarken denizde görülen ölü kedi sonsuzluk içinde kayboluşu, konakta yaşayan topal martı, insanın kendi zindanında hapsoluşunu anlatmaktadır.
Başta genç oyuncu Yeşim Tozan olmak üzere rol alan bütün oyuncular, kusursuza yakın bir performansla katkıda bulunuyorlar filme. Hele yılların ustası Münir Özkul bunca yıldır sinema izleyicisinin onu görmeye alıştığının çok dışında bir rolde adeta nefesleri kesen bir oyunculuk gösterisi sunuyor.
A ay, ilk bakışta kendini pek de kolayca ele vermeyen şiirsel dili, özenli çerçeveleme ve görüntü yönetimiyle Tarkovsky’nin açtığı yoldan, Erksan’vari bir estetik biçimciliği içselleştirerek işe koyulan ve fakat taklitten uzak durarak bu durumu sadece etkileşimle sınırlı tutup kendi sinema dilini kurma çabasında olan bir yönetmenin varlığını müjdelemektedir. Yönetmenin sonraki çalışmaları da bu müjdenin yersiz olmadığını gözler önüne sermektedir.
Kaynak: Şasa, Ayşe. (1993). Yeşilçam Günlüğü. İstanbul: Dergah Yayınları.
Arınç, Cihat. (Ağustos 2009). Teorisiz Film Pratiği, Felsefesiz Film Eleştirisi Olur mu? Anlayış Dergisi
A ay
Yönetmen: Reha Erdem
Oyuncular: Yeliz Tozan, Özcan Özgür, Gülsen Tuncer
Özet: 12 yaşındaki Yekta, boğaz kenarında eski ve kasvetli bir yalıda halası ve dedesi ile birlikte yaşamaktadır. Ölen annesi hakkında tek bildiği şey, bir gün kayıkla denize açıldığı ve bir daha geri dönmediğidir.
Bir gece, Yekta, pencereden annesinin bir kayığa binip uzaklaştığını görür, ama herkese anlatsa da kimseyi inandıramaz. Bu olaydan sonra annesinin bir gün geri döneceği inancı daha da güçlenir. Küçük halası Neyyir, Yekta’yı Büyük Ada’daki bir okula kaydettirmek istemektedir. Yaşadığı evden uzaklaşmak istemeyen Yekta, bir gün annesi gibi kendi başına bota atlayıp açılınca, durumu için endişelen halası adaya, kendi yanına aldırır. Her şeye rağmen, Yekta buraya alışmayı reddecektir.
Kaç Para Kaç
Yönetmen: Reha Erdem
Oyuncular: Taner Birsel, Zuhal Gencer Erkaya, Sermet Yeşil
Özet: Filmde küçük bir hayata giren, büyük bir paranın, küçük bir suçu, büyük bir trajediye dönüştürmesi anlatılıyor. Kendi halinde bir yaşantısı olan bir adamın günün birinde bindiği bir takside bulmuş olduğu dötyüzellibin dolar ve kendiyle mücadelesinin anlatıldığı filmi Reha Erdem sinemasının tipik örneklerinden biri.
Korkuyorum Anne
Yönetmen: Reha Erdem
Oyuncular: Ali Düşenkalkar, Işıl Yücesoy, Köksal Engür
Özet: Bol karakterli hikayesi ile insanlığın evrensel bir resmini çizmeye çalışan bir film Korkuyorum Anne. Eski bir apartman dairesinde, ekseninde bir kaza sonucu hafızasını kaybetmiş Ali Düşenkalkar’ın bulunduğu birbirinden değişik karakterler. Hafıza kaybı ile beraber insan olmayı yeniden keşfediyor Ali ve etrafında yaşayanlarda bu serüvenden etkilenip kendi insanlıklarının farkındalığına ulaşıyorlar. Filmin yan hikayesi ise elden ele dolaşan bir kayıp yüzüğün hikayesi.
Bol ödüllü olmasına rağmen uzun zaman vizyon izleyicisi ile buluşamamış bu film, dönemin diğer Türk filmlerinden oldukça özgün ve öncü bir yönetim stili ile ayrılıyor. İnsan olma hali bir vücudun parçaları gibi bölünüp, filmin finalinde tekrar bir araya getiriliyor sanki…
Beş Vakit
Yönetmen: Reha Erdem
Oyuncular: Özkan Özen, Ali Bey Kayalı, Elit İşcan
Özet: Sert bir coğrafyada yüksek kayalıkların üzerine kurulmuş küçük köyün sakinleri, tıpkı toprak ve su gibi doğanın bir parçası olmuşcasına sakin ve doğal bir yaşam sürmektedirler. Tüm hayatları, mevsimlerin, toprağın, suyun, havanın ritmine göre şekillenir. Besin kaynakları da, toprağın ve besledikleri az sayıdaki hayvanın onlara verdiğinden ibarettir, daha fazlasından değil. Zamanı belirlemelerini sağlayan tek şey ise her gün beş vakit okunan ezandır.
Tüm bu doğal akışkanlığın içinde, 12 yaşlarında üç çocuk, Ömer, Yakup ve Yıldız, beş vakte bölünmüş günleri birer birer eskiterek büyümektedirler. Ömer, babasından nefret etmektedir ve tüm kalbiyle onun ölmesini ister. Sadece istemekle kalmaz, kendince girişimlerde de bulunur. Yakup, genç öğretmenine aşıktır ve bir gün babasının onu gizli gizli gözlediğini görünce o da babasını öldürmeyi aklından geçirir. Yıldız ise bir yandan okumaya çalışmakta, bir yandan da annesinin üzerine yıktığı işlerle başetmeye çalışmaktadır. Böylece beş vakitler birbirini kovalar ve çocuklar da, sevgi ve nefret duyguları içinde büyümeye devam ederler.
Kaç Para Kaç ve Korkuyorum Anne gibi filmleriyle uluslararası festivallerde yarışmış ve bir çok ödül almış Reha Erdem, Beş Vakit’in dünya prömiyerini 25. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde yaptı. FIPRESCI ve En İyi Türk Filmi ödüllerinin yanında, Adana Altın Koza Film Festivali’nde de En İyi Film dahil pek çok ödülün sahibi oldu.
Hayat Var
Yönetmen: Reha Erdem
Oyuncular: Elit İşcan, Erdal Beşikçioğlu,
Özet: Hayat, babası ve yatalak dedesi ile birlikte, İstanbul Boğazı’na açılan bir dere ağzındaki ahşap bir evde yaşamaktadır. Babası ailenin hayatta kalmasını sağlamak için küçük teknesiyle bu sularda balıkçılık yaparken, bir taraftan da birtakım yasadışı işlere girip çıkar.
Hayat bu zorlu, sert ve acımasız dünyaya doğmuştur ama yaşama sıkı sıkıya sarılır. Dünyadaki adaletsizliklere karşı cesaretini, dayanıklılığını ve umudunu yitirmez.
Korkuyorum Anne , Beş Vakit gibi filmlerin yönetmeni Reha Erdem’in son filmi Hayat Var, dram yüklü bir hikaye.
Kosmos
Yönetmen: Reha Erdem
Oyuncular: Sermet Yeşil, Türkü Turan, Suat Oktay Şenocak, Hakan Altuntaş, Murat Deniz, Asil Büyüközçelik, Sencar Sağdıç, Korel Kubilay
Özet: Kosmos mucizeler yaratan bir hırsızdır. Dağlardan taşlardan, ağlayarak ve sanki birilerinden kaçar gibi gelir bu zaman dışı sınır şehrine. Şehre girer girmez nehirde boğulan bir küçük çocuğu kurtarır ve mucize yaratan insan olarak hemen kabul görür şehirde.
Kosmos sıradan birisi değildir. Kosmos’u hiç yemek yerken ya da uyurken görmeyiz. En büyük ihtiyacı çay, tek besini ise avuç avuç yediği kesme ya da toz şekerdir. Şaşırtıcı maharetlerinden birisi de yüksek yüksek ağaçlara büyük bir kolaylıkla tırmanıp, incecik dallarında bir kuş gibi oturabilmesidir. Kosmos herkesi irkilten bir isteğini açık sözlülükle belirtir: Aşk peşindedir. Kosmos’la dereden kurtardığı küçük çocuğun ablası Neptün arasında tuhaf bir yakınlaşma olur, ağaçlarda damlarda çığlık çığlığa kuş bağırışlarını taklit ederek sanki gölgeleriyle buluşur, oynaşırlar.
Kosmos’un gelmesiyle şehirde o zamana kadar pek de görülmeyen küçük dükkan soygunları baş gösterir. Soygunlar ve mucizeler birbirini kovalarken, şehirliler Kosmos’un insanları iyileştirme gücünü keşfederler. Bütün dertliler, hastalar, şifa arayan çaresizler Kosmos’un peşine düşer. Zamanla talihsiz olaylar serisi herkesin ondan uzaklaşmasına sebep olur…