
Akif Karataş – Kayısı Ağacı
Bahçemizin duvarına yakın kayısı ağacının dalında abimle oturmuş yeşille sarı arası kayısılardan yiyorduk ki, yoldan geçen huysuz, ihtiyar komşumuzun sesiyle irkildik,
– Ermemiş çocuk! daha o kayısılar, inin aşağıya gelmeyim oraya bak,
Aceleyle yürüyor, kısa boyuyla küçük adımlar atıyordu. Kısık gözlerinin üzerinden kaşlarını çatmış öfkeyle konuşuyordu, sanki Batı Almanya’ya kaçan Doğu Alman’ın birini yakalamıştı. Ağaç bizim, bahçe bizim, haliyle kayısılar da bizimdi, ermemiş olsalar da.
Abimle tereddütsüz inmiştik ağaçtan, yaşlı komşumuz ise yoluna devam edip gitmişti. Biz iki büyük suçlu, yaşlı amcanın gitmesini bekleyip ağaca yeniden çıkmayı düşünmemiştik. Amca haklıydı, kayısılar ermemişti.
Korkmuştuk bile hatta ya babamıza söylerse suçumuzu, bir fırça da babamdan yedik mi, kayısılar tam otururdu midemize. Kabahatin büyüğünü işlemiştik ağaca çıkmakla ya düşseydik ya babam bunu duysaydı. Dua edelim de babama söylemesin.
Öyle çok fazla ağaç yoktu bahçemizde, bahçemiz kadar büyüktü dünyamız, dünyamız kadar küçüktü bahçemiz. Hele ben hiç çıkamazdım bu küçük dünyadan. Abim babamı atlatsa beni de atlatmak zorunda kalırdı. Kapıyı gözlerdim beni bırakıp kaçmasın diye. Paçamdaki tozlar bahçemizdendi hep, başka sokakların, başka mahallelerin tozu karışmamıştı henüz.