DosyaHarf Dosyası
Ali Bektaş – Noktaviler

Ali Bektaş – Noktaviler
Girmeden icrây-ı devre gerdun-ı devran henüz
Dilde tahrir olmadan aşk-nâmey-i ihvan henüz
Alem-i nâsûta, nura gelmeden insan henüz
Adımız Noktavî yazdı levh-i mahfuza kalem
İftiharız eylesin alem bizi levm u sitem
Muhammed Nuru’l-Arab
“Noktadır levh-i cemâlin, noktadır hatt u rakam.”
Yukarıdaki şiir aslında bir yanlış anlamaya ve karışıklığa işaret etmek üzere alındı. 1800’lü yılların sonunda Osmanlı coğrafyasında Nakşîbendilik ile Melamilik’i tek bir çatı altında toplamaya ve başlangıçtaki gibi birleştirmeye azmetmiş mutasavvıflardan biri olan Seyyid Muhammed Nuru’l-Arab’ın, Noktatu’l-Beyan adlı eserindeki şiirinin bir kıtasında yer verdiği Noktavi sözcüğünün ve bu sözcükle kasttettiği şeyin, Safevîler’in en parlak döneminde ortaya çıkmış ve gerçekte Pesîhanîler1 olarak bilinen batınî toplulukla çok alakası yok. Hemen hemen her ortalama tasavvuf okuyucusu(!) nokta, bâ (harfi), bismillah, Ali (a.s), “Ben bâ’nın altındaki noktayım” “İlim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı” gibi sözlerin ve diğer ilgili kavramların birbirleriyle az-çok münasebetlerinden haberdardır. Ancak orijinal isimleriyle Pesîhanîler yahut meşhur adlarıyla Noktavîler, doğrudan ehl-i beyt muhabbeti etrafında teşekkül etmiş “merkez” alevî tarikatlarla ve mezheplerle oldukça farklı bir kozmolojiye sahiptirler. Başlangıçta da böyle olup olmadıkları hususunu aydınlatmak, bu konuda derinlikli çalışmalar yapacak kimselere düşmektedir.
Fazlullah-ı Hurûfi’nin inançları ve hayatıyla ilgili verilen bilgiler etrafında düşünülürse Noktavîlik/Pesîhanîlik, hocasına kızmış/küsmüş bir talebenin öfkesinden doğmuştur. Rivayete göre Fazlullah’ın en gözde öğrencilerinden, İran’ın Gîlan eyaletinin Reşt şehri yakınlarındaki Pesîhan köyünden Mahmud-ı Matrûd (veya Merdûd) libidosu çok yüksek biriymiş. Hatta o kadar ki, Mahmud Pesîhanî neredeyse kendini, kendine tapacak kadar çok severmiş. Fazlullah-ı Hurûfî kendi benliğine aşırı düşkün bu öğrencisini yolundan ve etrafından tard etmiş (matrûd), red etmiş (merdûd). Böylece ortaya, İslam tarihinin en gizemci yollarından biri çıkmıştır. Esterabadlı Fazlullah’ın Yahudi olduğunu iddia edenlerin haklı olup olmadıkları bir yana, Mahmud Pesîhanî’nin yolu açıkça Pers ırkına vurgu yapmaktadır. Kendi sistemi içinde dünyanın iki büyük devri olduğunu kabul eden Noktavîler, birinci devrenin Arap devresi olduğunu ve sona erdiğini ikinci devrenin ise Acem (Pers) devresi olduğunu ve Mahmud-ı Matrûd ile bunun başladığını kabul ederler. Nitekim Pesîhanîlik’in bu İrancı yapısı, öğretisini büyük oranda Fazlullah’ın hurûf felsefesinden aparan Mahmud-ı Matrûd’un ve takipçilerinin öğretilerindeki İslam öncesi İran dinleriyle ilişkisinde de gözlenebilir.
Nedense bütün tarihçiler Hurufîlik ve Noktavîlik başta olmak üzere Moğol işgali sonrası dönemlerde ortaya çıkmış ezoterik tarikatların İsmailî kökenli olduğunda hemfikirdirler. İslam coğrafyasını büyük bir vahşetle ezip geçen Cengiz ve oğullarının Alamut Kalesi’ni yıkması ve İsmailîler’in çil yavrusu gibi coğrafyaya ve tarihe yayılması da düşünülürse, Pesîhanîlik’in İrancı karakteri daha kolay kavranabilir.
Sırr-ı dehanı benden işit kim bu noktanın
Te’lif olan kitapları ezberimdedir
Seyyid azim Şirvani
Varlığın Fazlullah’ın iddia ettiği gibi harflerden değil noktadan oluştuğuna inanan Pesîhanîler, Hallac-ı Mansur’un esasen manevi dünyasını temellendirdiği “nokta” kabulünü kendilerince yorumlamışlardır. Hallac’ın “her çizginin aslının nokta olduğu, bütün çizgilerin noktalardan oluştuğu, her çizginin noktadan hareket kazandığı ve noktanın ancak bir çizgi ile görülebileceği, bunun müşahede edilen her şeyde Hakk’ın görülmesine bir delil olduğu” yönündeki fikirleri; noktanın mutlak hakikat değil; her şeyde Allah’ın varlığının bir delili olduğuna dair düşünceleri için kullandığı bir metafordur. Hatta Hallac bu meyanda ilahi kelamın ne Arapça ve ne Farsça olduğunu söyleyerek gerek Hurûfîlerin gerekse Noktavîlerin Arap ve Fars alfabeleriyle kurguladıkları kabulleri baştan reddetmiş olur. Hallac’ın düşüncesinde nokta materyal gerçeklikten daha çok insanın mahiyetini ifade eden bir araçtır. Oysa Noktavîlik’te nokta, bütün varlıkların başlangıcıdır. Bu haliyle de Noktavîlik materyalist bir karakter taşır. Noktavîler, vahdeti’n bir nokta olduğunu söylerler ancak buradaki vahdetten kasıt Allah değil, maddi âlemin bir olmasıdır. Onların düşüncesine göre “bütün mevcudat vahdettedir, vahdet ise noktadır, nokta ise topraktır. Yani tabiat hem idrakin başlangıcı hem de son noktasıdır. Dolayısıyla Noktavîler’in vahdet fikri, maddenin temeli ile ilgili bugünkü materyalistlerin görüşleriyle neredeyse örtüşür. Pesîhanîlik şu halde materyalist panteizm olarak adlandırılabilir. Bütün sırlar noktadadır. Nokta kendi özü içinde sonsuzluğu taşımaktadır. Noktanın açılıp kapanması zamanı meydana getirir. An, bir noktadır. Bu nokta uzatıldığında sonsuza kadar giden bir hat meydana gelir. Harfler de bu hattın üzerinde ortaya çıkar. Noktavîler Fazlullah’ı ve görüşlerini noktanın sırrını bilmedikleri için eleştirirler. Nokta harften öncedir. An, 18 bin âlemi özünde toplayan noktadır. Mutlak zaman anlayışı da noktada birleşir. Hayat mutlak zaman içinde sona erdiğinden noktanın içinde var olur ve noktanın içinde ölürüz.
Hakîm, qayri-hakiki noktadan mecliste söz açtı
Herkes endişeye, bense dehanın fikrine düştüm.
Noktavilîk’e göre “toprak daimi hareket ve değişmededir. Bütün varlıklar toprakla alakalıdır, toprak ezeli noktadır ve gökler de bu yüzden vardır. Bütün forma ve cisme malik şeyler, parçaçıkların tezahürüdür, daimi ve yalnız bu dünyada mevcutturlar. Onun muhtelif formaları (mineral, bitki vs.) vardır.” Diğer taraftan Noktavîler bütün varlıkların dört unsurdan yaratılması düşüncesine de inanırlar. Daire karakterli oluşum ve gelişim hareketi minerallerden insanlara doğrudur ve her bir cisim ve şekil için temel olan budur. Dört unsurdan mineraller, minerallerden hayvanlar, hayvanlardan da insanlar türer ve nihayet insanlardan da kâmil insan ortaya çıkar. Noktavîlerin sisteminde insan neredeyse ilahtır. Besmele’deki rahman ve rahim sıfatlarına “sen kendi özüne dikkatle bak ki senden başka hiç bir şey yoktur” şeklinde anlam verirler. Allah’ın benzeri yoktur kabulüne “ben Hakk’ın tecessümüyüm” şeklinde karşılık bulurlar. Noktavîler insanın yüceliğine ve aklına çok inanmışlardır. İnsanın zekâsını dinden üstün tutarak dini emir ve yasakları akla uygun değilse itibarsız sayarlar.
İddialarını Hurûfîlik’ten daha keskin bir dille ifade eden Noktavîlik’e göre Kur’an 28 haftir ve ve hepsinin manası eliftedir. Elif’inki ise noktada. Nokta insanın başlangıcıdır. İnsan ise bütün varlıkların başlangıcıdır.
İnsanı bütün varlıkların başlangıcı olarak gören Noktavîlik yaşadığı çağa ve topluma aşırı aykırı görüşleri nedeniyle en büyük kötülüğün kendi taraftarlarına yapılmasına neden olmuştur. Hurûfîlik’in ve Noktavîlik’in peripatetik karakterinden ısrarla bahseden doğulu ve batılı yorumcular, geze-dolaşa görüşlerini yayan ve taraftar toplayan bu tarikatları yorumlarken nihaî hedefleri olan iktidar-hükümet olmak vurgusunu gözden kaçırırlar. Pesîhanîler’in de nihaî hedefi dünya iktidarıdır. Kur’an’ı (nesih mensuh meselesinden dolayı) kendi kafasına göre yorumlayan, cennete ve cehenneme inanmayan, varlıkların sürekli birbirine dönüşerek devam ettirdiği bir dünya fikrine ve böylece sonsuz tenasühe inanan bir tarikatın hedefinde dünyadan ve iktidarından başka ne olabilir ki?
Dememiştir Rabb ki ede Ademe şeytan secde
Amma ki Adem’i sen secdey-i şeytan eyledin
Rükniy-i Kâşî2
Bu iktidar hevesi Noktavîler’i yüz yıllık bir süreçte Safevî sarayına kadar taşımıştır. Öğretilerinin karakterindeki İrancı vurgu, acem coğrafyasındaki devletleri ve siyasi diğer teşekkülleri baştan çıkarıcı ögeler taşıyordu. Safevîlik öncesi düşünce hayatlarını gizli sürdürmekte olan Noktavîlerin Safevîler’le kısa süreliğine önleri açıldı. Keşan, Kazvin, Şiraz ve Isfahan’da birçok taraftar topladılar. Safevîlerin ilk döneminde birçok sanat ve düşünce adamını kendilerine çektiler. Hatta Noktavîler Şah Tahmasb’ın sarayında çok özel imkânlara sahip oldular. Tahmasb’ın saltanatının sonlarına doğru Kazvin Noktavîleri’nin lideri olan Husrev Kazvini adlı bir derviş sarayda oldukça etkindi. Derviş Husrev, 2. İsmail ve Sultan Muhammed Hudabende zamanında faaliyetlerini sürdürdü. 1. Şah Abbas bu dervişle şahsen tanışıktı. 1. Şah Abbas’ın özel izniyle Husrev Kazvini saraya ve ulemaya hâkim olmaya başladı. Ancak Şah Abbas’la Derviş Hüsrev arasındaki iyi ilişkiler Luristan’da çıkan Noktavî isyanları yüzünden bozuldu. İsyanları bastırmak için sefere çıkan hükümdar, fırka liderlerinden tahttan inmesi konusunda kendisine gönderilen uyarılar üzerine kumandanlarından Malik Ali’ye Kazvin’deki Noktavîler’i tutuklamasını emretti. Derviş Hüsrev ve Derviş Kûçik’in de aralarında bulunduğu bütün Kazvin Noktavîleri tutuklanarak isyanların önü alındı. Ulema tarafından sorgulanan Derviş Hüsrev üç gün boyunca halkın gözü önünde işkenceye uğradı ve idamından sonra cesedi bir hafta boyunca darağacında teşhir edildi. Bu olayların ardından gökte beliren bir kuyruklu yıldızı saray müneccimi Celaleddin-i Yezdî, Şah Abbas’ın ( 25-28 Temmuz 1594) ölüm tehlikesiyle karşılaşacağı şeklinde yorumladı ve bu üç gün müddetince tahta bir başkasının vekalet etmesini önerdi. Bunun üzerine Şah Abbas, Derviş Yûsuf-ı Terkeş- dûz adındaki Noktavî bir esi re kuyruklu yıldızın neye işaret olduğunu sordu. Yakında bir Noktavî’nin idareyi ele geçireceği cevabını aldı. Yapılan müzakerelerden sonra Derviş Yûsuf’un taht için en uygun kişi olduğu kararına varıldı. Son dönemde bazı Yahudilik kökenli ezoterik oluşumlar sayılmazsa belki de dünya tarihinde imparatorluk çapında bir devletin tahtına üç gün için de olsa oturmak Noktavîler’e nasip olmuştur. Yusuf-ı Terkeş-dûz (ok kabı yapan, sadak yapımcısı), Safevî sarayında Şahlık makamına üç gün oturdu. Derviş Yûsuf üç günlük sultanlığının ardından tahttan indirilerek darağacına gönderildi.
Dünyayı Bezeyen Abbas’ın Tarihi adlı eserden Yüksek Şeriatın takviyesi için Melâhide-i Dalle Fırkası’nın ortadan kaldırılması“ başlığıyla, Safevî tarihinde verilen bilgilerle Noktavîlerin akıbetini takip edelim:3
Bu senenin (I. Şah Abbas dönemi) hadiselerinden biri de, Mülhidlikle meşhur olan Kazvinli Derviş Husrev ve onun müridlerinden birkaç kişinin öldürülmesidir. Bu hadisenin umum olarak beyanı şu şekildedir. Adı geçen Derviş Husrev, Kazvin’in Derb-i Köşk (Köşk Kapısı) mahallesinin üçüncü tabaka adamlarından idi. Onun babaları ve dedeleri kuyu temizlemekle ve suyollarını tamir etmekle vakit geçiriyorlardı. Adı geçen Derviş, babalarının sanatını bırakıp, Dervişliğe ve Kalenderiliğe yanaşıp, bir müddet seyahat etti. Bu seyahatlerinde Noktaviler’le düşüp kalkıp, bu yolla bir kısım malumat elde etmişti. Meşrebini genişletmeğe koyuldu. Kazvin’e geldi, bir mescidin köşesine yerleşti. Bir kısım dervişler onun başına toplandılar. O da bilgi satma dükkanı açıp, onları kandırmağa başlayıp, pazarını hararetlendirdi. Âlimler ve muhtesipler, onun bu hareketlerini beğenmeyip, mescitte oturmasına mani oldular. Gitgide o, işi büyüttü. Onun hal vaziyeti Padişaha kadar arz oldu. Hazret-i Şah-ı Cennetmekân (I. Şah Abbas) onu çağırıp, ne yaptığını sordu. O da, İslam şeriatına mensup olup, Hak 12 İmamlı Şii mezhebine bağlı bulunduğunu söyleyip ve bunlara ait de bir hayli izahat verdi. Şah-ı Cennetmekân da Şeriatın zâhir hükümlerine riayet buyurup, ona dokunmadı. Mescitte oturmayıp, halkın kısa görüşlülerini başına toplamamasını emir buyurdular. O, kendisine isnat edilen bütün hilâf-ı Şeriat işleri inkâr etmiş ve Şeriatın yolunu tuttuğunu söylemişti. Bu hadiseden sonra, hakkındaki şüpheyi izale ettirmek için, cuma günleri ulemanın meclisine gidip, cuma namazında hazır bulunuyordu. Kimsenin onunla artık bir alıp vereceği yoktu. Şah-ı Cennetmekânın (Şah Abbas) vefatından sonra, evinin yanı başında bulunan mescidi yine kendisine ikamet mahalli olarak seçip, eski dükkânını yeniden açtı. Bir kısım Türkler’in devlet sevmeyenleri ile Tacikler’in herzekârları onun nezdine gidip gelmeğe başladılar. Cülûs-u Humayuna kadar birkaç sene o mescitte işine devam etti. Kendisinin ve yanına gelip gidenlerin masrafları da müritler vasıtasıyla kendiliğinden tedarik ediliyordu. Gitgide bu mescit, onun cemaatini alamaz oldu. Mescidin yanı başına bir de tekye (tekke) yaptırdı. Bina çıkmağa başladı. Müritleri ve civarın halkı da, onun bu binalarına yardım ettiler. Gayet güzel bahçe ve evler bina etti. Oraya nakl-i mekân edip, bu yeni tekyesine yerleşti. Her gün çeşitli yemekler onun mutfağında pişip, herkese dağıtılıyordu.“ “Hazret-i Alâ da bu üç gün zarfında, bir iki hususi adamlarıyla birlikte gezintiye çıkıp, bazen de ona hizmet edenlerin zümresine giriyor ve padişahlık işleriyle katiyen meşgul olmuyordu. Durumu sezinleyen derviş, bir defasında Mevlana Müneccim Yezdi’yi görüp, (Ey Molla ne diye bizim kanımızla oynuyorsun?) demişti. (…) Hazret-i Alâ, Loristan’dan döndükten sonra Derviş Husrev’ i çağırıp, âlimleri toplayıp, onun hal vaziyetini tahkik etmelerini emr etti. Onun tekyesi araştırıldı. Tekyede şarap küpleri bulundu. Onun fazla içki içerek, sarhoşluktan ileri gittiğinden Şeriatın gerektirdiğine amel etmediği anlaşıldı. Onun Noktavî olduğu da bu işlerinden meydana çıktı. Padişahın fikrinde, onun bu yollara sapmış olduğu sabit oldu. Yüksek Şeriatın korunması için onun öldürülmesine emir verdiler. Boğazından devenin sırtına asıp, bütün Kazvin şehrini dolaştırdılar.”
Ardından, Noktaviler’in en önde gelenlerinden Mevlana Süleyman Tabib Saveci, Şeriatı muhafazası için“ önce hapsedildi, sonra katledildi. “Mir Seyyid Ahmed Kaşî ve diğer mülhidlerin öldürülmesi“ başlığıyla verilen devamı bölümünde de; çok sayıda Noktavî dervişinin, “pak itikadlı Şeriatı seven Padişah“ tarafından, kendi mübarek elleriyle kılıçlanıp, iki parçaya ayrılarak katlettirildiği anlatılıyor. “Onun kitapları arasında Nakta ilmine ait risaleler çıkmıştı”. Bu zümrenin önde gelenlerinden Derviş Kemal İklidî, Derviş Biryanî ile İsfahan’da ve başka yerlerde oturan çok sayıda derviş de, Padişahın Horasan’a yaptığı sefer sırasında öldürülüyor. Son zamanlarda bu zümrenin Memalik-i Mahrusa’da (Safevi memleketlerinde ) çoğalmış oldukları ve halkı dalalete ( kötü yola ) sevk ettikleri anlaşıldı“ dedikten sonra, Noktaviler’ in Hindistan’a kadar yayıldıkları şu sözlerle belirtiliyor: “Hindistan’dan gelenlerin verdikleri beyanattan da anlaşıldığına göre, Büyük padişah Sultan Celaleddin Ekber Şah’ın yakın adamlarından bulunan ve oldukça âlim bir adam olan Şeyh Mubarekoğlu Şeyh Ebu’l- Fazl da orada bu mezhebe mensup imiş. Padişaha çok yakın olduğundan, onu kandırıp, pak Şeriatın yolundan saptırmağa çalışıyormuş. Onun, (İran’da) öldürülen Seyyid Ahmed Kaşî’ ye yazmış olduğu mektup, Seyyid’in kitaplarının içinden çıkıp, bu mezhebe mensup olduğu sabit oldu. Bu zümrenin mensuplarından olup, fâzıl ve âlim kişilerden, bu hususta kitaplar yazmış olan Şerif Amulî de, âlimlerin ve fakihlerin korkusundan kaçarak Hindistan’a gitti. Hind Padişahı ve Hind emirleri ve erkânı, ona layıkıyla hürmet gösterdiler.”
Yukarıda anlattığımız olaylar çoğunlukla 1400 -1600 yılları arasında iki yüz yıllık bir zaman dilimi içinde vuku bulmuştur. Burada sorulması gereken pek çok sorudan birini tercih ederek bitirelim. Bilindiği gibi aynı yüzyıllar içinde Osmanlı sarayında da Noktavîleri, Hurûfileri az-çok görüyoruz. Biri Batıda, diğeri Doğuda bu iki büyük Türk devletinin sarayına kadar bu ve benzeri ezoterik tarikatların aynı zamanda girmeleri veya girmeye çalışmaları tesadüfî midir?
Ba-yı bismillaha noktadır kadim
Hasan, Er-rahman; Hüseyin, Er-rahim.
Sefil Dede
1 Tü r kçe’d e No k t a v î l e r h a k k ı n d a ma a l e s e f İ s l am An s i k l o p e d i s i ’n d e Hami d Al g a r ’ı n ya zd ı ğ ı ma d d e d ı ş ı n d a ço k f a z l a b i l g i yo k . A. B a k i G ö l p ı n a r l ı ’n ı n Hu r û f î l i k Me t i n l e r i Ka t a l o g u b u a l a n d a k i s a y ı l ı e s e rl e rd e n d i r. An ca k Fa r s ça’d a R ü s tem K i ya’n ı n , No k t a v i ya n ya Pe s i h i ya n i ya n a d l ı e s e r i d o y u r u c u b i l g i l e re s a h i p. B u a l a n ı o kuma k i s te ye n l e r i n öze l l i k l e A ze r b a y ca n ka y n a k l ı S a f e v î l i k t a r i h i n i e t ra f l ı ca o kuma l a r ı n ı ö n e r i r im. A ze r b a yca n’ı n ça ğ d a ş ya za r l a r ı n d a n G ü n t a y Gən ca l p a l a n l a i l g i l i o kuma l a rd a mu h a k ka k d i kka te a l ı nma l ı d ı r.
2 B u b e y t i ş a i r, S a f e v î s a ra y ı n a ka d a r g i re n ve s a ra y te ş k i l a t ı ü ze r i n d e s öz s a h i b i o l a n No k t a v î l e r i ş ı ma r t a n S a f e v î s u l t a n ı n ı k ı n ama k ka s t ı y l a s ö y l eme kte d i r. D i k ka t e d i l i r s e ş a i r, No k t a v î l e r i “ş e y t a” o l a ra k g ö rme k te d i r.
3 AZƏRBAYCAN MİLLİ ELMLƏR AKADEMİYASI A.A.BAKIXANOV ADINA TARİX İNSTİTUTU
İSGƏNDƏR BƏY MÜNŞİ TÜRKMAN, DÜNYANI BƏZƏYƏN ABBASIN TARİXİ, (Tarixe-aləmaraye- Abbasi) “ŞƏRQ-QƏRB” Bakı – 2010