Aziz Karakuş – Derviş
Rivayet olunur ki, bir gün, fazlasıyla okumuş ve yazmışlar, bir derviş “üveysi”nin yanına varırlar. Ve onu sualleriyle sınava çekerler. Ne de olsa kendileri ilim erbabı; karşılarında oturan ise halkın teveccüh ettiği ama akademik kariyerden yoksun biridir.
Derviş efendinin kafasında bir külah, bir elinde koyunları gütmek için kullandığı bir asâ, diğer elinde ise Bafra cigarası. Dağ havasıyla güttüğü kuzuların güzelliği de cabası. Çobanlık hep peygamber mesleği diye anılmış yüzyıllarca…
Heyet-i temsiliyeden birisi semayı sorar. Bu ne iştir be hacı baba, diye. Mübarek kendince anlatmaya başlar. Oğlum der, bu dağın başında yılan da var kartal da; ama yılan bu mesafeyi üç ayda alır, kartal ise üç dakikada… Hatta yılan kartalın çıktığı yüksekliğe erişmek için, kendini onun pençelerine emanet etmek zorundadır. Derken kartalın onu parçalamayacağı ne malum… gibi tartışmaların sonu kesilmez. Parmak ayı gösterirken parmağa takılmak ne iştir, çözene aşk olsun.
Ve sonra derviş der ki: Ona yakin olmak üç yolladır. Biri ilme’l-yakin, diğeri ayne’l-yakin ve en zoru hakka’l-yakin ki bizzat zatı sana taliptir. Bunu bir örnekle açmak gerekirse diye devam eder mübarek; denizi coğrafya kitaplarından tanıyan ne bilebilir ki? İşte bu ilme’l-yakindir. Fakat onu görmek; ellerini, ayaklarını o serinliğe sokmak ve engin maviliği karşısında mest olup şiirler yazmak ise ayne’l-yakindir. Zor olan ise gecenin karanlığında hırçın dalgaların ortasında geminin batmasıdır. Artık o güzel mavi, saldırgan bir siyaha dönüşmüştür. O uğruna diller döküp güzelliğini saydığın masmavi engin deniz, ağzını açıp seni yutmak için bekler ve girdapların içine çeker de çeker seni. Artık seni serinleten dalgalar birer tuzlu su olup ciğerlerini yakmaya başlar. Allah bu ya, suya teslim oldukça su kaldırır seni ve selametle karaya çıkarır. İşte suya olan bu teslimiyet suda yüzmenizi, yürümenizi sağlar. Yüzmeyi bilenler şunu da bilirler ki, yüzmek bir yetenek işi değildir. Sadece suyun sizi kaldıracağına inanmaktır.
Her neyse, muhabbet uzadıkça uzar ama sema sualinin cevabını mübarek eve saklar. Akşam namazından sora derviş efendi bulgur pilavıyla yoğurt getirir sofraya, bir yandan da kandilin fitilini tutuşturur. O sırada bir kelebek pencerenin camına ısrarla vurup pencerenin kenarına düşer. Mübarek der ki: A oğul âşığın kapısını aralayıver de içeri girsin. Soruyu soran adam pencereyi açar açmaz pervane içeri dalar ve kandilin etrafında deliler gibi dönmeye başlar. Kandilin parlaklığından öyle bir başı dönmüştür ki ona çarptıkça daha da başı döner ve sarsılır. Sarsıldıkça daha bir iştahla çarpar. Artık sabrı tükenmiştir pervanenin; ateşe atar kendini yanıp kül olur maşuku için… Allah, Allah… Ne yaman bir iştir bu… Sana zor olan ona ne kolaydır… Derken derviş: Oğlum cevabını aldın mı? der yeni yetme tıfıla.
Ve derviş yeri geldiği vakit, bir resulün bile anlayamayacağından bahsettikten sonra işin iç yüzünü anlatmaya başlar. Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir. Karanlığı aydınlatan O’nun nurudur. Doğular da batılar da dört yönde, ondan gayrısı da O’nun nuruna muhtaçtır. Her zaman teşbihte hata vardır. Ama niyetimiz parmağımıza bakılması değil; hatta parmağımızın işaret ettiğinden gayrısına da teveccüh edilmesin. İşte oğul Allah o kandildir. Pervane âşık olan kerim insandır. Pervane kandili camla görmesine rağmen kandile yakınlaşmasına engel olarak da karşısında yine camı gördü. İşte akıl gösterir ama onunla geçişe izin yoktur. Eski toprakların dediği gibi perdelerin en büyüğü ilim ve kibirdir. Akıl cehaletini yüzüne vurmaktan öte ne yapar ki. Artık delilik zamanıdır bundan sonrası. O’nun delisi olmak kâinatın tüm bilgisine sahip olmaktan daha büyük bir sermayedir.
Sonra bir iç çeker derviş, der ki: Oğlum, işte Mecnun Leyla’nın etrafında böyle döndü. İşte oğlum, Kerem böyle tutuştu. Hacı da tavafta böyledir. Aşk dört döndürür insanı, çaresiz bırakıverir. İşte böyle şahitlere şehidü’l-ışk derler ki, aşk onları hem şahit, hem şehit yapmıştır. Böyle âşık ölür mü hiç… Ölen hayvan değil mi? Şimdi tavaf da, sema da yanmaktır a oğul… der ve bahsi kapatır. O Allah ki, hem âşıkların hem maşukların en yücesidir. Bizi yakması bize yanmasındandır şüphesiz.