Betül Ok – Şair Yabancılığı
Yazmak neye yarar? İçten içe bir yabancıyım ben. Hem boş verin yalnızlığımı da paltom var soğuk sokakların kaldırımlarına karşı. Nereye gitsem yalnızlığın başkenti orası. Ben şair aklı. Yarım yamalak bir türkü gibi hayatımı omuzlamakta, anlatmaya çalışmaktayım bilmeyenlere, bilmek istemeyenlere bu hayatı.
Yabancısıyım bu dünyanın belki. Sezai Karakoç’un dediği gibi ‘düpedüz bir yabancıyım’ ben. Nedim’in nigehban nergisiyim. Nereye gitsem şairliğimden utanırım. Bir ötekiyim, bu sebeple bâğ-ı zârın şevki yok artık yeter bana hüsranım. Hani derler ya adın kalır. An gibi, yasak gibi, bir nefeslik sigara dumanı gibi, sıcak bir çay gibi… Şu hayatta bir şeylerin tadı kaçar ama senin adın kalır. Sonra adın da göçer ruhunla beraber şiirlerin kalır. Bir gece vakti Allah’ı tespih ederken Arş-ı Ala da melekler, sarı ışık altında daktiloya ezberlettiğin tanıdık o isim dudaklarının katrana bulanmış yanında masumca uyuyakalır. Şair olmak ölme(me)k midir? Aşk dilenmek günah mıdır bilmem alimlere sormalı. Dizelerde sarhoş olmak caizdir desem olmaz günahım bana yeter. İfrat ile tefrit arasındayım, yoksulum hem de pervasız bir yoksul.
Neresindeyim bu koca dünyanın, bu koca evrenin neresinde dörtlüklerim? Uzun uzadıya sevişlerim. Gece yarıları türkü söyleyip sevinişlerim. Mihriban deyişlerim Mihriban. Zeynep deyişlerim, allı Zeynep. Sonra Ayşe, Fatma velhasıl kimi sevsem o sebeple şiire meyledişim. Şiir ile türküyü öz kardeş bilişim. Hem günah mıdır bu kadar güzel sevmek, bu kadar güzel sevebilmek? Bir kalem, bir kağıt ve de onca yazılmamış hatıra varken nasıl olur da toplarım saçların gibi geceyi bu yerde böylece. Ortalık dağınıkken, odam kirli bir sessizlikle koyun koyuna uyurken bu koca dünyanın neresindeyim? Şair yalnızlığı diye bir şey var tanıdığım, bildiğim. Ki o yalnızlıktır anne sütü gibi besleyen koca yürekleri. Anlamaz kimse duyar ama dinlemez çoğu zaman. Verdin mi bir “fon” müziğini değme gitsin. Elinde “mikrofon”…Oysa bizim serzenişlerimiz dahi sükutla olur, göz ile olur. Bu sebepten insan gözdür gerisi ceset demiş biri. Her söylenenin edebiyat olmadığı gibi her yazılanın da şiir olmaması, söylenmemiş bir şeylerin bırakılması şehirlerde bu nedenledir. Merhaba deyişimiz dahi gönül denen viranede çıkan yangından kalma izler taşır. Sesi yoktur şiirimizin sözü yok reelde. Öyle her miyop ya da hipermetrop olmayan gözde göremez bu böyle biline…
Amma velakin şiirimizin tadı vardır, hikayesi vardır yanında çayıyla. Taze bir yara gibi sızısı vardır en derinlerde ve kimselerin bilmediği sevdalar saklanır ritimlerle. Ben sana gül dediysem onu gül anlama. Gülüşünden güzeldir belki de gül ya da gülden güzeldir gülüşün kim bilir, bilebilir? Yabancılığın katre katre çoğalmasıyla terleyen aşk, elini alnına götürüşü bir çocuğun, bir satıcının para kokan avuçlarındaki kir kim bilir vicdan denilen gece dostuyla baş başa kalışımıza sebep. Ve bu sebeptendir en kirli hayatların rayihaya dönüşüp bizi mesti. Zordur şimdi sevmek, gülmek, güle benzetilmek, gülden geçmek, gül hediye etmek, dikenleri avuçlamak elbet. Bir şair sancısı gecenin saçlarına tutunup oradan sevgilinin gönlünde yankılanabilir kim bilir? Yankılandıkça aydınlanabilir gökyüzü kim bilir? Kim bilir belki sabah olduğunda nergisler sarar pencere pervasızlarını kim bilir? Şair yabancılığı diye bir şey var tanır, bilir misiniz? Kim bilir?