Hale Sert – Ev’e ve Gaston Bachelard’ın Mekân’a Bakışına Dair
Evin, bana anımsattıklarını yazıya dökerken, duygularımın ve düşüncelerimin çok sevdiğim bir Fransız düşünürün, Gaston Bachelard’ınkileriyle kesişip kesişmediğine bir bakmak istedim. Daha önce “Su ve Düşler”ini ve “Bir Kandilin Alevi”ni okuduğum yazarın, mekanla ilgili de bir kitabı olduğunu hayâl meyal hatırlıyordum. Yanılmamışım. “Uzamın Poetikası”nı elime almanın vakti, aynı zamanda bu yazının yazılma vaktiymiş.
Bachelard, eserinde mekânın zihnimizdeki imajlarının nasıl oluştuğuna, nasıl yer ettiğine ve bunların nasıl hatırlandığına bakıyor.
Ben de ev’e dair sezişlerimle açtığım patikanın, yer yer Bachelard’ın geniş yolunun yanından gittiğini fark ettim. Yazımda, bu yan yanalığı sermeye çalışacağım.
Bachelard mekânın, çoğu kez de evin poetikasını farklı yazarların ve şairlerin eserlerinden yaptığı alıntılarla kurar. Bunu yapmadan önce “yazılan mekân” ve “okunan mekân” arasındaki farkı daha baştan koyar. Okur, yazarın/şairin tasvir ettiği mekânla ilgili okumaya başladığında, daha ilk satırdan/dizeden itibaren bu “ilk şiirsel açılımı askıya alır” ve kendi geçmişindeki mekana döner. Bu aşamada yazar, okuru kendi yazdığı yerde kılmaya ne kadar çalışırsa çalışsın, hayâlin penceresi açılmıştır bir kere ve okur anılarındaki, çocukluğundaki muhtemelen en sevdiği yerdedir . (50)
Evle ilgili yazmaya başlarken, ben de bir odayı ve kışı düşledim ilkin, evin en yakın çağrışımının sıcaklık olmasından mülhem.
Kuzey cephe, soğuk bir eviniz olsa bile, kışın o soğukluğu sarınmayı seversiniz. Karşı komşunuzun ocak ayında tişörtle gezmesi sizi ırgalamaz, boğazlı kazağın boğazını çenenize doğru, kollarını da ellerinize doğru sündürürken porselen kupada içmeye çalıştığınız kahvedir evde olmak ve başka bir şeye değişmeyeceğiniz hakiki sıcaklık.
Bachelard da, kış ve ev arasındaki ilişkiyi şairlerden yola çıkarak anlatır. Baudlaire’de ve Edgar Allen Poe’da evin sıcaklığını artıran şey dışarının soğukluğudur. Poe, evinde kat kat kalın perdeler ister kendini kışın soğuğundan yalıtıp evin sıcaklığına bırakacak. Baudlaire, Yapay Cennetler’de kış’ın, evin mahremiyetini artırdığından bahseder. Yapay Cennetler’de düş kuran kişi daha sert bir kış ister: “Gökyüzünün her kış mevsiminde alabildiğince kar, dolu ve buz yüklenmesini diler. Ona Kanada’nın kışı, Rusya’nın kışı gerekir. Böylesi yuva daha sıcak, daha tatlı olacak, daha bir sevilecektir”. (82)
Ayrıca Bachelard, kış’ın evi farklılaştırıp çoğaltırken, karın dışarıyı renksizleştirip çoğalttığına değinir: “Kış evi, mahremiyetle, mahremiyetin incelikleriyle doldurur”. (84) Bachelard’ın bu değinisi kış, ev, düş kurmak ve mahremiyet arasındaki gizemli ilişkiyi gün yüzüne çıkarır. Zihnin mahremiyetidir burada bahsedilen. Kışın, bir odada, bir yazar, zihninin en mahrem kıvrımlarını, bir istiridyenin kabuğundan çıkıp açıldığı gibi açabilir ve en bereketli yazılarını yazar muhtemelen.
Güneşin, sıcağın ve ikisinin verdiği yaşama sevincinin insanı evin dışına attığının şahidiyim ben de. Oysa soğuk insana evini işaret eder. Soğuğun berraklaştırdığı düşünce, karın damıttığı bir ortamda daha rahat cümleye dönüşür. Yazmanın temel itkisi ıstırap ne de olsa, kışın kapalı havada bir odada, belki bir masada, ayaklar ve eller üşürken, zihnin işlekliğiyle ısınmaya çalışır yazar. Kanı vücuda kalp değil de, beyin pompalamaya çalışır.
Kıştan çıkıp yaza geldiğimizde, ayakların evle ilişkisine bir bakmak gerekiyor. Ev ve ayaklar, özellikle de çıplak ayaklar arasında önemli bir bağ var, diye düşünüyorum. Ayak tabanlarımızın evimizin halılarından aldığı bir enerji olmalı, beynimize mutluluk hormonu salgılatan.
Eve girince ilk yapılan iş, ayakkabıları çıkarmak. Bizler dinimizin gereği ve temizlik nedeniyle çıkarıyoruz fakat, böyle bir hassasiyet olmasa da illa ki çıkarırdık ayakkabılarımızı. Ayakkabıdan ve terlikten azad edilmiş ayakların halıyla buluştuğu anın huzurunu ve rahatlığını başka
FOTOĞRAF
yerde bulamayız. Ayaklarımızı uzatabiliyorsak, çekinmeden televizyon seyrederken ya da canımız istediğinde salonun ortasında bile bağdaş kurup oturabiliyorsak, evimizdeyiz demektir.
Evin, “tanıdıklık hissi”yle de bir ilgisi var diye düşünüyorum.
Antredeki yolluğa her seferinde ayağınızın takılacağını,
Kışın yemek masasına pencereye arkanızı dönmüş bir hâlde oturursanız, sırtınıza pervazdan sızan hafif bir soğuğun vuracağını,
Evin dış kapısını iki değil de üç kez kilitlerseniz, o kapının bir daha kolay kolay açılamayacağını,
Mutfakta buzdolabının zaman zaman artan sesinin bir nedeni olmadığını bilirsiniz.
Mutfaktaki kaşık çatal çekmecesinin hep aynı yerde takıldığını bilmenin ya da aylardır değiştirilmeyen patlak ampulüne rağmen her seferinde kilerin lambasının düğmesine garip bir saflıkla basmanın getirdiği his, evinizle aranızdaki sözsüz antlaşmanın gereğidir.
Taşındığınız günden beri oturma odanızda, kapıdan girince sağ tarafta halının altında kalan kabarmış parkenin üzerine basmadan geçmek ya da banyoda lavabonun üzerindeki aynalı dolabın düzgün kapanmayan sağ kapağını her seferinde düzgünce kapatmaya çalışmak… Bu tanıdık aksaklıklardır, insanı en çok evinde hissettiren. Biraz tembellikten, biraz da bunların hayatımızdaki garip ritminden vazgeçemediğimiz içim tamir ettirmeyi hep erteleriz. Bir de dört başı mamur, her yeri düzgün bir yere ev değil, otel denilir ne de olsa.
Bu konuda Bachelard, evin varlığının, anıların ötesinde, fiziksel olarak içimizde kaydedildiğini dile getirir. Bu düşüncesini şu örneklerle dile getirir: “Gıcırdayan kapıyı aynı el hareketiyle iteriz, uzaktaki tavan arasına ışığı yakmadan gideriz. En küçük kapı mandalına bile elimizle koymuş gibi ulaşırız”. (51) Benim tanıdıklık olarak tanımladığım durumları onun bir kaydediş olarak nitelendirmesi beni hoşnut ediyor ve kendi yazdıklarıma dönüyorum.
Ev biriktirir.
Sesleri, sözleri, anıları, kokuları, en çok da tozları biriktirir ev.
Çocuklar kapıları çarpar, çarpar, çarpar… Konuşamaz kapılar, kızamaz, sadece biriktirir.
Mutfakta türlü türlü yemekler pişirilir, yeri gelir et pişer, balık kızartılır, patates kızartılır, fasulye haşlanır, irmik helvası pişirilir, aşure yapılır… Kapıları pencereleri açınca, mum yakınca, yerleri ozonlu suyla silince yemek kokuları gider sanılır, ama gitmez, saklanır bu kokular evin hafızasında.
Kütüphane ilk kurulduğu gibi durmaz hiçbir evde, kalem gibi dizilmiş kitapların yanına peyderpey alınan yenileri sıkıştırılır biraz zorlamayla, sonra sonra ise dikey dizilmiş kitapların üzerine yatay istiflenir kitaplar, her ne kadar düzeni ve görüntüyü bozsa da. Bir de kitapların ön kısmında rafların üzerine yerleştirilen fotoğraf çerçeveleri, minik biblolar, tatilden ya da yurt dışından alınan küçük vazolar kendilerine yer açarlar. Toz birikir ilkin hepsinin üzerinde, sonra alınsa da kitaplıktaki her şeyin içine siner tozlar… Bu odada yapılan okumalar satır satır, cümle cümle, kelime kelime birikir. Eşle, dostla yapılan muhabbet birikir, en çok da kitap üstüne yapılanlar, kurulan hayaller birikir.
Yalnız anılarımızın değil unuttuklarımızın da bir yerlerde barındığını söyler Bachelard. (31) Öyle ya, belki tavan arasında, belki yıllardır bakılmayan bir dolapta kazara atacağımız bir bakışı bekliyorlar, o bakışı yakaladıkları an üzerimize yığılmayı.
Eve dair unsurların bizim içimizde de ilerlediğini, ruhumuzun odaları, çekmeceleri olan bir ev olduğunu ve bu meskende konaklamayı öğrendiğimizi dile getirir düşünür. Evle ilgili imgeler bizim içimizde ve biz de onların içindeyizdir.
Tam bu sayfaları okurken rastladığım “Ev dünyaya günbegün kök saldığımız köşedir” cümlesi, belki de ev üzerine söylenebilecek her şeyi içeriyor. (206) Aslında sadece bu cümle üzerine bir yazı olmalıydı bu yazdığım. Kök salmanın toprakla ilintisine, insanın ve evin ilk harcının topraktan olmasına dair. Evin, dünyadaki köşelerden bir köşe oluşuna, bizim köşemizde kendimize yarattığımız koca evrene dair ve uzayıp gitmeliydi.
Bachelard ev, zihin ve anılarla ilgili olarak, zihnimizin hatıralarla ve bilinçdışıyla birlikte çalıştığını, o güne kadar oturduğumuz evlerin anılarıyla oturmayı hayal ettiğimiz evin, biz farkında olmadan yaşadığımız anda birleştiğini söyler. (40)
Zihin ve hayal dünyası arasında kurulan bu birliktelik evin en değerli yanıdır. Ev hayal kuranı korur ve huzur içinde hayal kurmamızı sağlar. Bachelard amacının “evin insanın düşünceleri, anıları ve düşleri için en büyük tümleştirici güçlerinden biri olduğunu göstermek olduğunu” dile getirir. (41)
Bachelard, düşlenen ev imgesine/hayaline ayrı bir yer ayırır kitabında ve geleceğin evinin, geçmişin tüm evlerinden daha sağlam, daha aydınlık, daha geniş olabileceğini söyler. Ve örneklerini yine şairlerden verir, Ducis adlı bir şairle yapılan söyleşide konu şairin evi, çiçek tarhları, sebze bahçesi, küçük korusu ve ufacık mahzeniyle ilgili şiirlerine gelir. Şair, yetmiş yaşına kadar küçük bir bahçesi olan bir kır evine sahip olmayı hayal ettiğinden, sonra da bu hayal edişin boşuna olduğunu görerek kendi zihninde kurup zamanla büyüttüğü evi kendine armağan ettiğinden bahseder. Kısacası, şair şiirlerindeki eve hayalinde sahiptir, fakat bunun gerçeklikten farkı yoktur. Öyle ki, nisan ya da mayıs aylarında don meydana geldiğinde bağı için kaygılanabilmektedir. (107)
Gaston Bachelard, bir okur olarak beni de zihnimdeki evle gerçeklik arasında farklı mekânlara savurdu. Yazar beni şairlerin ev imgesinin içine çekmek isterken, ben çocukluğumda en çok da babaannemin bahçeli evinde kayboldum. Bahçedeki iri kadifemsi bordo güllerin dikenleri mavi keten eteğime takıldı bir ara, sonra küçük penceresinden ikindi ışığının içeri süzüldüğü tavan arasında buldum kendimi, içi kitap dolu sandıkların önünde…
Kendimi dürtmesem, geçmişimin en mutlu evlerimde kaybolup gidiyordum, ama gerçekliğe dönmeli ve yazımı bitirmeliydim. Şu satırlar döküldü o sıra kalemimden:
Ev sakinlerini tanır, dışarıdan her gelişlerinde hepsine beslediği ayrı bir muhabbetle karşılar geleni. Öyle ki, sık gelen misafirlere bile farklı bir yer açmıştır sinesinde. Onların da eve girip çıkarken kendilerini rahat hissetmelerinin nedeni budur. Bir arkadaşınız, dostunuz evinize gelirken de çıkarken de gülümsüyorsa bütün payı kendinize biçerseniz, evinizin misafirperverliğini görmezden geliyorsunuz demektir.
Evdeki rahatlığı sağlayan şeyin düzen’le ilgili olduğu söylenir, oysa düzen başka bakşa yerlerde de kurulur, bozulur. Mesele evinizdeki o düzen’e sahipliktedir. Kendi evinizde size kimse kabul etmeyeceğiniz bir düzen dayatamaz. Evinizde krallık da hüküm sürse, demokrasi de, o düzeni bozmak için dışarıdan birilerinin darbe yapması çok zordur. Misafirlerin hatırına bozulur bazen düzen, ki çoğu kez de misafirler sizin düzeninize ayak uydururlar nezaketen.
Bachelard’a döndüm tekrar ve yazarın, örneklerini yine öykülerden ve şiirlerden verdiği ev ve yuva ilişkisine dair kurduğu analojilere rastladım. Kuş yuvasını, insanın ev kurmasına benzetir yazar, en temel benzerlik ise şöyledir: “Hep geri döneriz oraya, kuşun yuvaya, kuzunun ağıla dönmesi gibi, oraya dönmeyi düşleriz”. (157)
Bachelard, yuva imgesinin şair için önemli ve vazgeçilmez olduğunda ısrarcıdır. “Evet, duvar örmeyi, barınağımızın çevresini saran dünyanın hamurunu karmayı, duvar yapmayı neden bırakalım ki? İnsanın yuvası, insanın dünyası hiç bitmez. Ve imgelemimiz o işi sürdürmemize yardımcı olur. Şair böyle büyük bir imgeyi terk edemez; daha doğrusu böylesine büyük bir imge şairini terk edemez.”. (164)
Yuva, genellikle döne döne inşa edilir, salyangoz kabuğunu bir sarmal etrafında büyütür, kuş, yuvasının etrafında dönerek evini kurar. Bu sarmalla ilgili şöyle der düşünür: “Aslında yaşam, ileri doğru atılarak değil, dönerek başlar. Dönerek yapılan bir yaşam atılımı, ne dâhice gerçekleştirilmiş bir harika, yaşama ilişkin ne ince bir imge”. (168)
Geri dönebileceğimiz bir yer olduğunu bilmek güven veriyor bize. Belki de ev, en çok bu gitme-gelme sarmalındaki başlangıç ve bitiş noktası olmasıyla değerli.
Kaynak :
Bachelard, Gaston. Uzamın Poetikası. Çev. Alp Tümertekin. İstanbul: İthaki Yayınları, 2008.