Burhan Sakallı – Şehir ve İnsan
Ey insan, sen Allah’ın yeryüzünde bütün mahlûkatı emrine verdiği canlı yaratıkların en şereflisisin. Bir gün aynanın karşısına geçip kendi suretine dikkatlice baktığında, Allah’ın bütün insanların kafasına ve kalbine yerleştirdiği donanımlarla hayatlarını idame ettirdiklerini, kendilerinden önce yaşayanlardan devraldıkları her türlü mirası kendilerinden sonra geleceklere aldıklarından daha güzel şekilde bırakmanın gayreti içerisinde olman gerektiğini kalbin kulağına fısıldayacaktır.
Sen, konuşarak anlaşırsın, anlaşılman için de öncelikle okur olmalısın. Okudukça beyninde bir bilgi bahçesi oluşur. O bilgi bahçesinde topladığın güzel kelimelerle konuşursun. Konuşurken kırmazsın, kırarsan da edeb-üslub dairesinde sesi yükseltmeden kırarsın.
Sen, hem kendine, hem başkalarına faydalı olmak için, hem de yaratılışın gereği insan topluluklarıyla bir arada olmak ister, onun için şehri tercih edersin.
Şehir insanı medenileştirir. “Evet ben de medenileştirir diyorum” diye içinizden geçiriyorsanız, siz şehirden, medeniyetten, medenilikten yana nasiplenenler arasında olabilirsiniz. Şimdi size Mustafa Kemal Atatürk’ün ağzı ile “Köylü milletin efendisidir” desem, belki de birçoğunuz “Dağın başında efendilik mi kaldı? Efendiler şehirde yaşar.” diyebilirsiniz. Benim kafamdaki anlamlandırma ile Efendi: Doğru, dürüst, bilgili, kültürlü, saygı ve sevgi kurallarını bilen, temiz giyimli insan demektir. Bu tarifin içini dolduran insan nerede yaşarsa yaşasın efendi oğlu efendidir.
Şehir insanı medenileştirir demiştik değil mi? Evet öyle demiştim ama sözümün gölgesinde; Şehir insanı bedevileştirir fikri de duruyordu. Şimdi diyeceksiniz ki: “Hoppala, bu fikir de nereden çıktı?” Ben söyleyeyim, siz kendinize göre pay çıkarmasını bilirsiniz. Hani yaşadığımız hayattan pay çıkarılacak ata sözleri vardır. İsterseniz o sözlerden bir tanesini alıntılayarak sözümüzü sürdürelim: “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” Belki yaşadığımız bu çağda bu söz asliyetini yitirmiştir, ama sözün asliyeti de şudur: Çok eskilerden kül temizlik maddesi olarak kullanılırdı. Bunu bilen ya da duyan sözümüze hak verir. Hak vermeyene de sözümüz var.
Sen, sabah uyandığında, annene-banana, dedene-babaannene, eşine-çocuklarına, karşı komşuna-kapıcına içten bir gülümsemeyle günaydın diyor musun? Sabah duş aldın, kahvaltını yaptın, kazanana-kazandırana teşekkür ettin, ekmek parçalarını daha sonraki öğünde yemek üzere gerekli yere koydun mu? Güzelce tıraş olup temiz elbiselerini giyip ve dahi ayakkabını da silip sokağa çıktın mı? Dolmuşa, otobüse, tramvaya, vapura bindiğinde ayaktaysan, oturuyorsan yanındakine içten bir merhaba dedin mi? Senden büyük birisi hele de yaşlıysa ya da kadın ve çocuklu ise başını camdan tarafa çevirmeden bütün yüreğinle yerini onlara vermeyi teklif ettin mi? Canın sakız çiğnemek istedi, sakızın kâğıdını cebinde boş bir yere bıraktın mı? Sakızı atmak istediğinde o kâğıdı bulup çöpe daha sonra atmak için o kâğıtta muhafaza ettin mi? Tiryakisin, -çakmağın yok- kibriti çakıp çöpü kendinde muhafaza ettin –hadi külünü sağa sola döktün- izmaritini de rastgele bir yere fırlatmadın ya da söndürmeden çöp kutusuna atmadın değil mi? Gayri ihtiyari hapşırasın geldi –cebinde mendilin yok mu- elini ağzınla kapattın mı? Sakın “burnum akarsa, tükürmem gerekse ne yapayım” diye aklından dahi geçirme…
İşyerine geldin, arkadaşlarına günaydın dedin, “hele bir çay söyleyin arkadaşlar” demeden, “bugün neler yapıyoruz arkadaşlar” dedin mi? Devlet memuruysan, kapıdan içeri giren ilk insanı güler yüzle karşılayıp bütün kalbinle ona yardımcı olmayı düşünüp, hoş geldiniz deyip yer gösterdin ve işini tatlı dil güler yüzle görüp uğurladın mı? “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” felsefesini, felsefelerin arasından çıkardın mı? Esnafsan müşteriyi kapıdan mıknatıs gibi kaptın “neye bakmıştınız, biz yardımcı olalım”dan önce “hoş geldiniz, size ikramda bulunmak istiyorum soğuk, sıcak ne alırdınız” diyor musun? Müşteriyi ve devleti “punduna” getirmeden satış yapabiliyor musun?
Yurdumuzun dört bir yanında hatta yabancı ülkelerde üniversite tahsili almak için büyük şehirleri tercih eden milyonlarca öğrenciden birisi de sensin. Annen, baban, kan bağı yakınların ve dostların senden bu ülke için alın teri dökmen gerektiğine inananlar adına; sana gönderilen harçlığın hakkını vererek derslerine çalışıyor, katılıyor, boş zamanlarının tadını % 99 eğlence mekânlarında geçirmiyorsan, alkolün ve haytalığın dibini bulmuyorsan, başkalarının namusunu kendi namusun gibi biliyorsan, arkadaşlarına ve öğretmenlerine saygıda kusur etmiyorsan, kirada oturduğun evi kendi evin gibi görüyorsan ve şehri kendi evinin içi gibi görüyor, caddeleri, sokakları dağ başı sanmıyorsan işte o zaman şehirlisin.
İnsan kendine ve çevresine karşı bir sorumluluk içerisinde olduğunu biliyorsa, aynı sorumluluğu çevresine ve yaşadığı şehre de göstermek zorundadır.
Hangi şehirde yaşıyorsanız yaşayın, şehrin kimliğini ayaklarınız altına aldığınız müddetçe bedeviden farksız bir hayat tarzı yaşar, konuşurken yüksek sesle konuşur, çevrenizde kimse yokmuş gibi hareket edersiniz.
Şehirlere bir katkınız olsun istiyorsanız ve şehir sizinle birlikte medeniliğini muhafaza edecekse “bir molla kasım” gelmeden kendinize gelmek zorundasınız, yoksa şehir sizden “öcünü almasını bilir.”