Atilla Yaramış – Ülkemin Araplarına Dört Mevsim Bahar
Dünya tarihi açısından son yüzyılın en mühim olaylarından biri de şüphesiz şu “Arap Baharı” denilen cereyandır. Bu cereyanın perde arkasını araştırmak ve dahi bu hususta keskin yorumlar yapmak siyasetbilimcilerin işidir. İşin ne idüğü ve nicesi bir yana, neticesine baktığımızda, oynamaz denilen taşların yerinden oynadığını, esmez sanılan rüzgârların kasırga mahiyetine büründüğünü pek aleni bir şekilde görmekteyiz.
Özetle Arap dünyası, büyük bir inkılâbı yaşamaktadır. Bakalım işin sonu, 1923’le başlayan Türk inkılâbıyla ne derece benzerlik gösterecektir? Ömrümüz olursa, birkaç yıl gibi kısa bir zaman zarfı içerisinde görürüz; her niyet ve amelin kendini apaçık bir şekilde ortaya çıkardığını. O vakit, kaygılarımız ve ümitlerimiz kendilerini tatmin edecektir.
Ben bu yazıda, Mısır’dan, Suriye’den, Libya’dan bahsetmeyeceğim. Ülkemin Arapları hakkında birkaç kelam edeceğim dilimin döndüğünce.
Türkiye’deki Arap varlığı, çok da bilinen bir durum değildir. Oysa istatistikler, bir milyon civarında gösteriyor onların nüfusunu. Ciddi bir sayı bu.
Böyle büyük bir sayıya rağmen, “Arap” sıfatının ön plana çıkmayışı, bizleri ayrı bir düşünceye sevk etmektedir.
Türkiye’deki diğer etnik unsurlar kadar (mesela Türkler, Kürtler, Çerkezler…) Arapların bu sıfatlarını öne sürmemelerinin pek çok sebebi vardır.
Bunların başında besbelli ki “devletle barışık olduklarını” ilan etme isteği gelmektedir. Ondandır Anayasa’daki “Türk” tanımından asla gocunduklarını sezemezsiniz. Hatta işi biraz daha ileri götürürsek, bir Türk kökenli Türk milliyetçisinden çok daha keskin Türk milliyetçisi Arap kökenli vatandaşlara rastlamak mümkündür.
***
Peki, bu bir milyon Arap nerdedir, ne yapar, ne eder?
En çok Hatay, Şanlıurfa, Mardin ve Siirt’tedirler. Adana, Batman ve İstanbul sonra gelir.
Hatay-Adana bölgesinde yaşayan Araplar, lehçeleriyle, inançlarıyla, yaşayışlarıyla diğerlerinden farklıdırlar. Mezkûr bölge Araplarında hâkim olan Alevi kültür, her hususta onlar üzerinde etkilidir.
Mardin, Siirt ve Urfa Arapları, dışarıdan genel bir Güneydoğu Anadolu insanı profiline sahiplermiş gibi görünse de esasen nev’i şahsına münhasırdırlar.
Hz. Ömer döneminden itibaren bölgeye yerleşmeye başladıkları, kayıtlarda mevcuttur. Takriben 14 asırlık bir Anadolu yaşamı, onların, dilleri başta, birçok kültür unsurlarını rahatça yaşatmalarına engel olmamıştır.
Dünyadaki bütün Araplarla anlaşabilecekleri bir dilleri vardır. Bugün Mardinli bir Arap, Suriye’ye de Suudi Arabistan’a da Libya’ya da gitse çok rahat iletişim kurabilmektedir.
Güneydoğumuzdaki Araplar kendilerine has “şehir kültürü”nü yaşatmaktadırlar. Mesela eski Mardin’in sakinleri Süryanilerle birlikte ekseriyetle Araplardır. Eski Siirt ve eski Urfa’nın merkezleri de Arapların mukim olduğu yerlerdir. Diğer etnik unsurların oralardaki varlığı, son zamanların göçleri sonucudur.
Dikkat çeken bir husus da bölge Araplarının etrafa kıyasla daha lüks bir yaşam sürmeleridir. Evlerinin yapısından tutun, giyindikleri kıyafete kadar bu farkı gözlemlemek zor değildir. Bir örnekle konuyu bağlayayım: Mardin’in Midyat ilçesi, kendi içerisinde ikiye ayrılır; Midyat ve Estel diye. Midyat bölümünde büyük çoğunlukla Kürtler ve sonra da Süryaniler mukimdir. Estel’de ise ekseriyetle Araplar. Midyat’ta köy kültürü öndedir. Ama Estel’e gittiğinizde başka bir yerde olduğunuzu hissedersiniz. Daha şehirdir Estel. İnsanların kıyafetlerinden bile başka kültürün yaşandığı bir yerde olduğunuzu anlarsınız.
***
Herkesçe dendiği gibi dünya Arapları bir bahar mı yaşıyor, yukarıda da izah ettiğim gibi, onu bilemem. Ancak ülkemin Araplarının hallerinden çok da şikâyetçi olmadığı aşikâr…
Ondandır başlığı böyle koydum: Ülkemin Araplarına Dört Mevsim Bahar