Hasan Coşar – İyiliksever
Çok yorgundu. Kendini dinleyebilecek kadar zamanı olmamıştı. Koşturmaktan, çalışmaktan anca zamanı olabilmişti. Kendini dinleyebilecek kadar bir zamanı olursa kendini dinleyecek, yorgunluğunu biraz olsun atmak için uğraşacaktı. Yaptıklarını, yapmadıklarını, yapamadıklarını gözden geçirecekti. Hatalarını, yanlışlarını bir bir bulacak, düzeltecekti.
Kendisiyle gururlanıyordu. Gururlanmakta da haklıydı. İsmi devleşmişti. Herkes ondan söz ediyordu. Herkes tarafından tanınıyor, herkes gıpta ediyor, onun gibi birinin olmasından gurur duyuyordu. Yolda, parkta, iş yerinde… Hiçbir yerde yalnız değildi. Onu tanıyan birileri mutlaka vardı. Tebessümle bakıyorlar, selam verirken birçoğu yılışık yılışık iki büklüm oluyordu. Bu bile ona yeterdi. İnsanların karşısında eğilmeleri ne kadar da hoşuna gidiyordu.
Çok yorgundu.
Bir süre hiç bir şey düşünmek istemedi. Bütün bunları düşünürken bile yorgunluğuna yorgunluklar katılıyor, dinlenemiyordu. Kendini dinleyebilecek zamanını dinlenerek geçirmeliydi. Hiçbir şey düşünmemeliydi. Kendini dinlemeyi bile bir kenara atmalı yalnızca dinlenmeliydi. Çok yorgundu.
Kendini dinlemekten kendini alamıyordu. Her yaptığı düşüncesinden bir bir geçiyordu; hepsinin birden geçtiği de oluyordu. O zaman işin içinden hiç çıkamıyordu. Ama bu kadar gururla insan kolay dinlemezdi ki. Toplum buna izin vermezdi. Artık kendisinin toplumun ortak malı olduğuna bile inanmaya başlamıştı. O kendisi için değil toplum için vardı.
Yaptıkları dilden dile dolaşıyordu. Herkes birbirine anlatıyordu. Çağdaş, efsanevi bir kahraman olmuştu. Çağa yön veriyordu. Gelecek kuşaklara da yön veriyordu. Artık o büyük bir efsane kahramanı olarak dilden dile dolaşacaktı. Bunu düşünmek bile büyük bir haz veriyordu ona. Kendisi ile gurur duyuyordu. Etrafındakiler, ailesi kim bilir ne kadar gurur duyuyorlardı kendisi ile. Ona yakın olmaktan ne kadar gurur duyuyorlardı. Başkasına bu yakınlığı nasıl ballandıra ballandıra anlatıyorlardır. Onun yakını iseler gurur duyacaklardı.
Bütün bunları kazanmak onun için o kadar zor olmamıştı. İnsanların yardımına koşmuş, onlara karınca kaderince yardım etmişti o kadar. Aslında böyle bir sonucu düşünerek planlayarak çıkmamıştı yola. Yalnızca insanlara yardım etmek istemişti. Yolda kalanlara yardım etmişti. İhtiyacı olanlara yardım etmişti. Yardım isteyenlere yardım etmişti. Allah rızası için yardım etmişti hepsi bu kadar. Bundan da büyük bir mutluluk duymuştu.
Bir gün kendini ünlü biri olarak gördüğünde buna inanamamıştı. O yardımseverlikte ünlü biri olmuştu. İnanamasa da herkes bunu biliyordu. O da bunu bilmek zorundaydı. Kabul etmek zorundaydı. Bilmesine bilmişti ama önceleri bunu kabul etmek o kadar kolay olmamıştı. Utanmış, sıkılmıştı. Hem o bütün bunları ünlü biri olmak için yapmamıştı. Allah rızası için yapmıştı yalnızca. Büyütecek bir şey yoktu.
Ama herkes büyütmüştü.
Onu da ismini de büyütmüştü. O sıkıldıkça toplum büyütmüştü. Örnek göstermeye başlamışlardı. Başı daralan ona başvurmaya başlamıştı. Bir iyilik yapmak isteyen ona başvurmaya başlamıştı. Bütün bu başvuruları geri çeviremezdi. İyilikten cayamazdı. Yardım isteyen herkesin yardımına koştu.
Kendini dinleyecek, dinlenecek zamanı bile olmamıştı. Bir gün geriye bakabilecek zamanı olduğunda çok büyüdüğünü görmüştü. Bu büyüklükle ilk defa gurur duymuştu. Kendi ile gurur duymuştu. O artık büyüktü. Çok büyüktü. EN BÜYÜKTÜ.
Yaptığı her iyilik büyüklüğüne büyüklük katmıştı. Yaptığı her yardım ismini bir kat daha yüceltmişti. Herkes “Allah razı olsun.” diyordu. Her dua biraz daha gururlanmasına hakkı olduğunu kulağına fısıldamıştı. Fısıltılar büyümüş, büyümüş, büyük yankılar oluşturmuştu. Artık yüksek sesle “ben en büyüğüm” demekten çekinmemeye başlamıştı.
Yorgundu, dinlenmeye çalışıyordu. Hiç tanımadığı biri dinlenmesine izin vermedi. Dinlenmesini yarıda kesti. Yardım istiyordu. Yardıma muhtaçmış. Onu öven sözcükleri sıralayıp cümleler kurdu. Anlattı, anlattı, anlattı. Övmekle bitiremedi. Övdükçe iştaha geldi. İştaha geldikçe övdü. Dinlenmesine, kendini dinlemesi izin vermedi hiç tanımadığı kişi.
Hiç tanımadığı kişi kendinden yardım istiyordu. Küçük bir yardımdı. Yapabileceği bir yardımdı. Ama bu kişiyi hiç tanımıyordu. Büyüklüğüne büyüklük katacak biri de değildi. Bir çıkarı da yoktu. – Sen, benim çıkarım olmadığı bir konuda Allah rızası için hiçbir şey yapmayacağımı bilmiyorsun- diye geçirdi içinden. Çıkarı yoksa Allah rızası için bir şey yapmasına da gerek yoktu. Yapmayacaktı da.
Yapmadı da. Geleni eli boş geri döndürdü.