Esra Demirci – Törpü
İçimde bir ses çoğalıyor. Bir ayak sesi bu; asi ve hoyrat: rap rap!
Kalın tabanlı bir ayakkabı giymiş olmalı içime sızan gezgin. Kaldırımları aşındırmaktan usanmıyor. Bir an dursa devinimi, bir köşeye sinmiş şarkı söylerken buluyorum onu. Yanık ve içli sesini ruhuma boşaltıyor. Yerli yersiz yapıyor bunu üstelik. Kuafördeyken geldi geçen. Kadının biri fıkra mı anlatıyordu ne. Gülüyormuş gibi yaparken, içimden kızmıştım. Kadına değil, mizah anlayışına. Sonra bu başladı yine: rap rap! Çok geçmeden sustu. Bu kez içli bir türkü tutturdu: “karadır kaşların ferman yazdırır”. Tam da karşımdaki kadın, kuaför kıza kaşlarından şikâyet ediyorken. Kız, badem yağı sürmelisiniz, dedi. Ama mutlaka sarımsaklı olmalı. Sarımsakla birleşince kaşları güçlendirir. Şaka mı bu, diye atıldı diğeri. Ayol kokar o zaman leş gibi. Valla kocası durmaz, kaçar yanından.
Gülüştüler. Hem de nasıl! Kahkaha atarken, oracıkta can verecek gibiydiler. Normalde olsa ilgimi çekmeyecek bir dekorasyon dergisini, önümdeki sehpadan kapıp yüzümün tamamını kapatacak şekilde açtım. Maksat ortamdan uzaklaşmaktı. Sayfada devasa bir masa vardı. Üzeri gümüş şamdanlar, simli peçete ve örtülerle bezenmişti. Önünde bir pencere; ışıklı ve sakin. Masanın gri yalnızlığına, içeri dolan ışık huzmeleri eşlik ediyordu. Pencere ıssızlığa açılıyor gibiydi. En çok istediğim şeye; sessizliğe.
Sessizlik mi dedim ben, ne mümkün! Kalın tabanlarıyla içimin kaldırımlarını dövmeye başladı işte. Dışarı çıksa yapacağımı biliyorum ya, içimdekine dayılanmak nafile!
Buyurun, diye atıldı kız, sıranın bende olduğunu belirterek. Sizin manikürdü, değil mi? Başımla onayladım. Kız hazırlıklarını yapmak için içeri geçtiğinde telefon çalmaya başladı. İnatla çalıyordu ama açan olmayacaktı besbelli. Sustu derken tekrar başladı ve tekrar, tekrar. Niye açmıyorsun Ayfer abla, diye atıldı kız. Ayfer, yandaki genç kızın saçlarını fönlüyordu o an. İşine kaptırmıştı kendini. Hem öyle ki, dalgalı tek bir tel bırakmamak için sıkıyordu elindeki maşayı. Sıcak maşanın dili olsa canıma kastın mı var, diyecekti. Bu durum kızın işine geldi. Düzleşen saçlarını aynadan izlerken atıldı: Eline sağlık Ayfer abla. Sen de olmasan!
Rap rap! diye ünledi içimdeki. Canın cehenneme! diye haykırdığımda, salondaki kadınların hepsi birden bana döndüler. Hepsinin gözlerine aynı şaşkın ifade oturmuştu. Soru işaretinin kancasına takılmış meraklarını, bir an önce asılı kaldığı yerden kurtarmamı ister gibi bakıyorlardı yüzüme. Verecek bir cevabım yoktu. Kıvrandım durdum da sonra: Şu şeytan tırnakları yok mu, dedim. Onlara diyordum. Bıktım artık. Görmeye tahammülüm yok da! Kadınlar, heyecanla üzerime diktikleri bakışlarını hüsranla önlerine çevirirken içimden bu kez kendime kızıyordum. Başka bahanen yok muydu? Şeytan tırnağıymış, pehh!
Tırnakları dökülesice şeytan, yine işime burnunu sokmuştu. “Şerrinden korkan senin gibi olsun” dedim, ellerimi kuaför kızın ellerine teslim ederken. Törpüleyeyim mi abla, dedi. Lütfen dedim. Abla mı? Nereden baksan, benden en az beş yaş büyük! Kız, törpülemeye başladı. Önüne serdiği yeşil yaygı, tırnaklarımın tozuyla beyaza bulandı. Öyle hararetli törpülüyordu ki, manikür bittiğinde hiç tırnağım kalmayacakmış gibi hissettim. Oysa işini büyük bir maharetle yapıyor, her parmağın üzerinde bir oyma ustasının ağaçtan çıkardığı güzelliği yakalamayı beceriyordu. Hareketleri ritmik ve rahat, gözleri yaptığı iş üzerinde kıpırtısızdı. Dudaklarının kenarında donmuş ifadede gizli bir şey var gibiydi. Konuşmak isterken susturulmuştu belki. Yahut konuşmaktan eprimiş, büzüşmüş bir dili saklıyordu kilitli ağzının ardında.
İçimdeki yürümeye başladı: rap rap! Bedenim törpünün etkisiyle sallanırken, içimdekinin bir yerlere çarpmasını, başını duvarlara vurmasını, sonra ne bileyim işte beyin kanaması geçirip ölmesini diledim. Beni bu hale getirişine gülüp geçemiyor, adamakıllı sinirleniyordum: Sen kimsin de öyle içime sızıp yürüyebiliyorsun tabanlarını vura vura!
Telefon tekrar çalmaya başladı. Ayfer fönünü bitirmek üzereydi. Tavrı değişmemiş, bilakis işine verdiği ciddiyet gittikçe artmıştı. Telefonu duymuyor gibi davranıyor ve bunu yaparken de, sahne tozu yutmuş bir oyuncunun başarısını sergiliyordu. Onun dışında herkesin aklı telefonun diğer ucundaki sesteyken o, işinin başında arıyor gibiydi huzuru. Huzursuzluğu önce yüzünden okunuyordu. Sonra elleri… Ayfer’in maşa tutan ellerinde tuhaf bir sarartı vardı. Bir yapraktı da sanki, dalından koptu kopacaktı. Elleri ele veriyordu Ayfer’i. Bir de gözünde sönmemek için direnen cılız fer…
-Açmayacaksan da sustur bari kızım, geldiğimizden beri dinliyoruz şu cızırtıyı!
Müşterinin uyarısıyla elindeki maşayı bıraktı. Telefonu çantasında o kadar çok aradı ki, hiç bulamayacağını düşündüm bir an. Kocası ölünce “derine gömün, daha derine” diye bağıran kadını anlatırdı dedem. Kadında birikmiş nefreti düşleyince ürkerdim. Ayfer de tıpkı o kadın gibi, duymak istemediği ve belki nefret ettiği telefonu çantasının derinine, en derinine gömmüştü.
-Efendim, hayır gelmeyeceğim. Geber, nefret ediyorum senden. Ömrümü törpüledin be, törpüledin!
Kız , elimi son kez su dolu kaba batırıp çıkarmamı istedi. Sudan çıkardığım ellerimi küçük havluya kurularken eseriyle övünen sanatkâr edasıyla: Bitti abla! Ama istersen son bir kez törpüleyeyim. Teşekkür edip oturduğum koltuktan kalktım. Kızla beraber kasaya yöneldik. Parayı uzatırken ellerime bakmaya devam ettiğini fark ettim:
-İkinci törpüye gerek yokmuş abla, bak böyle de çok güzel oldu.
İçimdeki uyandı ve kızı onaylar gibi başladı yürümeye: rap rap!
Çıkarken son kez Ayfer’e baktım. Maşa tutan yorgun ellerinin manikürsüzlüğüne. Diri, dirençli ellerinin damarlarında, söylediği son sözün kararlılığı vardı sanki!
Çıktım. Hafif bir esinti vardı. Caddeyi baştan sona yürümeye karar verdim. Rüzgârda uçuşan şalımı düzeltirken ellerime kaydı bakışlarım. Hiç şeytan tırnağı görmeyişime sevinemedim. Aklıma o tuhaf bahane geldi. Sonra kızın durmadan abla deyişi. Ah, ne gereksiz bir hitap!
İçimdeki de gülüyordu sanki buna: rap rap- rap rap!