Mustafa Kara – Ulu Camiinin Harfleri Bize Ne Söylüyor?
Islam medeniyeti havzasında gelişip mükemmelleşen güzel sanatlardan birinin mimarî, bunun da en muhteşem örneklerinin camiler olduğu bilinmektedir. Cami mimarisinin özelliklerinden biri ise pek çok güzel sanat dalının numunelerini –ismiyle müsemma olarak- bir araya toplamış olmasıdır. Ahşap, taş ve çini işçiliğinin en değerli eserleri mabedlerimizde olduğu gibi hat ve tezhib sanatımızın en nadide örnekleri de bu mübarek çatıların altındadır.
Yukarıda zikredilen değerlerimizi asırlardan beri bir anne şefkatiyle koruyan ve kollayan Bursa Ulu Camii 1399 yılından beri nöbet tutmaktadır. Özellikle koynunda sakladığı hatlarla uluslararası haklı bir şöhrete ulaşan Ulu Cami, 1855 depremiyle sarsıldıysa da yıkılmadı. Bu celâlî tecelli cemâlî bir tecellinin kapılarını açtı: Yapıldığı günden beri hüsn-i hatlara sahip olan bu ulu mabed, depremden sonra Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz’in himmeti, sanatkârların gayreti ve diğer yöneticilerin hizmetleriyle adeta bir “hat müzesi”ne dönüştü.
Allah’ın güzel isimlerini sergileyen bu ulu mabede doğru bir yolculuğa çıkıyoruz:
Ulu Cami’ye büyük kapıdan yani mihrabın tam karşısında bulunan tac kapıdan giriyoruz. Önce suyu sonra suyu yaratanın ismini görüyoruz. “Selamlama namazı” tahiyyatü’l-mescid kılındıktan sonra hatlara selam veriyoruz. Sağ sütunda besmeleyle birlikte kelime-i tevhid, sol sütunda da aynen tekrar ediliyor.
Giriş kapısının üstünde yer alan ayet-i kerimeye geçmeden bir hatta daha göz atalım: ”Kim besmeleyi güzel yazarsa cennete girer”
Şimdi tavaf şeklindeki yürüyüşümüze başlayabiliriz: “Fetebârekellahu ahsenu’l-hâlikîn” …Her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah’ın şanı yücedir. (Mü’minun 23/14)
Evet, her şey yaratış, yaratılış ile başlar. Kâinatın yaratılışı, Âdem’in yaratılışı, “Küntü kenz”in esrarı… Hayat yaratılışla başlar.
Soldaki yazı Allah’ın güzel isimlerinden olan ve hayat kökünden “Hay”. Yaratılışla hayatın kardeşliğini, birlikteliğini vurguluyor. Bu ism-i şerif caminin içinde pek çok defa farklı yazı çeşitleriyle tekrar edilecek, ayete’l-kürsî ile cami adeta hayat bulacaktır: “Allahu lâilahe illa huve’l- Hayyu’l- Kayyum…” (Bakara, 2/255) Muhyî de O’nun güzel isimlerindendir. (Rum, 30/50, Fussilet, 41/39)
Tasavvufî düşünceye göre su, Hayy isminin mazharıdır. Havuz, kelime-i tevhidler eşliğinde Hayy ismine bakıyor…
Yaratılış gerçeğini kavradıktan sonra öğrenilmesi gereken ilk şey kelime-i tevhiddir. “Lâilahe illallah Muhammedun Resulullah.” Nakşî dervişi neyzen, bestekâr Kastamonulu Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin 1862 tarihli şaheseri bize gülümsüyor. “Fa’lem ennehû lâilahe illallah…” (Muhammed, 47/19) Bu mübarek cümle de bu ulu mabed içinde defalarca tekrar edilerek adeta tevhide muhalif olan her şeyi silip süpürmektedir.
Yaratılışın esrarını hissetmek ve onu kelime-i tevhid ile taclandırmak kalbe inen bir “nur” sayesinde olmaktadır. İşte gökten nur yağmaktadır: “Nurun alâ nur” “…Nur üstüne nur… Allah isteyeni nurunun peşine takarak doğru yola iletmeyi diler…” (Nur, 24/35) (Hat, Şefik Efendi)
Nurun ne olduğunu anlamak ve onun aydınlığını tam olarak hissedebilmek için “Nur Dağı”na doğru yolculuk yapmak, Nur-i Muhammedî’nin şifrelerini çözmek gerekir. Nur Dağı’nın yakınında yer alan Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebî’de secde etmek, dua etmek nur yüzlü insanlarla aynı zamanı ve aynı zemini paylaşmak gerekir.
Hac ile ilgili kelimeleri bir araya getiren “Netehaccecü” ifadesiyle başlayan bu istif bir ayet ve hadis değildir. Ancak hattat bazı harfleri öyle bir düzen ve ahenk içinde kaynaştırmıştır ki hayran olmamak mümkün değildir. (Hat, Mustafa Şefik)
Tevhidin nuru içimizi aydınlatmıyor, Nur Dağı’nı gördüğümüz halde kalp gözümüz hala açılmıyorsa arada perdeler var demektir. Bizimle nur arasında, bizimle hakikat arasında kalın siyah perdeler var demektir. Bunları indirmek hatta Hz. Mevlana’nın ifadesiyle yırtmak gerekir: “İtteku’l-vâvât” vavlardan sakınınız İfadesi bu perdelerin bir kısmının “v” harfiyle başladığını işaret ediyor. Bunu herkes kendi hayat çizgisiyle izah edebilir, kendi mesleğinin “ayartıcı” özellikleriyle şerh edebilir, kalp hastalıklarının durumuna göre isimlendirebilir.
Valilik, vekillik mi?
Vahşet, vesvese mi?
Vaizlik, vezirlik mi?
Vefasızlık, verimsizlik mi?
Vicdansızlık, vukufsuzluk mu?
Vandalizm, verbalizm mi?
Vakahat, vakra mı?
Hepsi mi?
Bu çıkmazların içinden nasıl çıkılır? Arayan için her zaman açık bir kapı vardır. Sakınılması gereken işlerden sakın(a)mayanlar Allah’ın rahmet ve merhamet kapısına ellerini ve gönüllerini açarak başvurabilirler. O kapı hiç kapanmaz: “Yâ erhamer’r-râhimîn irhamnâ” Ey merhametlilerin en merhametlisi bize merhamet eyle! (A’raf, 7/101, Mü’minun, 23/118)
Yukarıda zelzeleden bahsedildi. Zelzele sonrası bu caminin hatları için Osmanlı padişahı tarafından görevlendirilen şahısları merak ediyor musunuz?
İlgili beyit şöyle:
Bu hutûtun emr olub tezhib u tashihi hemanEyledi icra Muhammed’le Şefik-ı nâtüvan
Esas mesele gönlümüzdeki perdeler, kalbimizdeki hastalıklar, kirlenmeler, paslanmalar, taşlaşmalar… Bunların yok edilmesi için mücahede ve mücadele etmek gerekir. Bu yolun en önemli yardımcılarından biri de müşaveredir. Bilene sormak, büyüklerle müşavere etmek, tecrübelilere danışmak… “Ve şâvirhum fi’l-emr” iş için onlara danış. (Âli İmran, 3/159)
Ulu Cami’yi ve gönlümüzü süsleyen bu hatların bir kısmının farklı maceraları vardır. Bu tablo da onlardan biridir. Yeri gelince temas edeceğiz.
İstişare ayeti Hz. Peygamber’e hitap etmekte, ashabıyla danışarak “iş”leri birlikte yürütmeleri emredilmektedir. Fikri sorulan şahsiyetler ise konuşmasına edebin gereği olarak son peygambere saygıyı ifade eden şu cümleyle başlamaktadırlar: “Fedâke ebî ve ümmî ya Resulallah” anam babam sana feda olsun ey Allah’ın elçisi. (Buharî, Fedailu ashabi’n-Nebi, 13)
Gelelim batı kapısının üstündeki yazıya. Buruc suresinin son üç ayetinin birincisi batı kapısının üzerinde: “Vallahu min veraihim muhît” kalan iki ayet doğu kapısının üstünde: “Bel huve Kur’anun mecid fi levhin mahfûz.” 1861 tarihli yazıların hattatı Abdülfettah Efendi’dir. Yine örtü yine perde… Aynı ayetler Ömer Lütfi Efendi tarafından 1904’te birlikte yazılacak ve batı kapısından girişte soldaki ilk direkte yer alacaktır: “Allah onları hiç hesaba katmadıkları yerden çepeçevre kuşatmıştır. Hepsinden öte bu Kur’an şanlı şerefli bir hitaptır. Tarifsiz bir hafızada koruma altına alınmıştır.”
İstişare eden kazanır, danışan hedefe ulaşır. Hedefe ulaşan ise başarıyı lütfeden Allah’ı hatırlar, Onu bütün varlığıyla tesbih eder: Eksiklikleri ona yakıştırmaz, yücelikleri ondan ayırmaz. Sübhanallah… Sübhanallah… Sübhanallah…
Tesbihten sonra Allah’a sığınır yaramaz insanlardan ve cinlerden…
“De ki insanların Rabbine sığınırım. Sahibine… İlâhına (Nâs, 114, 1-6)
Şimdi Hz. İbrahim’in meleklerle olan sohbetine kulak verebiliriz. Bu şaheserle gözümüz gönlümüz açılsın: “Tahassantü bizi’l-mülki ve’l-meleküti” ifadeleriyle başlayan hat “Vallahi rabbî lâ şerike leh” diye sona ermektedir. (Hat, Şefik Efendi, 1859) Hz. İbrahim bir güneş gibi kâinatı aydınlattı. Sonra torunu Hz. Muhammed doğdu:
On dört asır evvel yine böyle geceydi
Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi
Güneş (şems) suresini okuma vaktidir: “Güneş ve onun göz alıcı ışığı şahit olsun, güneşi izleyen ay şahit olsun…” (Şems, 91/1-15)
Allah’ın nurunu nebiler, peygamberler, peygamberlerin ışığını âlimler ve arifler devam ettirir. Peygamberlerin vârisleri onlardır. Bizim aklımızı ve ruhumuzu yüzyıllardan beri aydınlatan güneşlerden biri de İmam A’zam’dır. Ona selam verme vakti gelmiştir: Yâ Hazreti İmam A’zam Numan b. Sabit” (Hat, Mehmet Rüşdi, 1895)
İmam A’zam’ın virdini, tesbihini okumak ister misiniz?
Sübhane’l-ebediyyi’l-ebed.
Sübhanel vâhidi’l-ahad
Sübhane’l-ferdi’s-Samed
Tesbihat-ı Münciye olarak da bilinen bu dualar karşı sütunda havuzun yanındadır. Zikir devam ediyor.
YA MÜTE’ÂL
Ebû Davud, İbn Mâce, İbn Hanbel ve Tirmizî’de yer alan ve tuğra şeklinde yazılan hadis-i şerif ise şefaatle ilgili: “Şefaatî li ehli’l-kebâiri min ümmetî” Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaatim olacak. Bunu “ümmetimin kibar”larına diye tercüme edenler de vardır.
YA MUHTARTekrar besmeleyi okuyalım ve seyrimize devam edelim: Rahman ve Rahim olan merhametli Allah’ın adıyla. (Hat, Abdülfettah Efendi, 1859)
YA FA’AL
Son peygamberi, kâinatın efendisini bir dostuyla hatırlayalım: Ebubekir. Onu, mağara dostuyla birlikte anarken (Tevbe, 9/40) Hicreti, Sevr’i, Kâbe’yi, Beytullah’ı hatırlayalım. Kıbleye dönelim, O’na dönelim. Huzura duralım.
ALLAH
Tekrar vav harfi. Vav’ın renkleri, çiçekleri, tomurcukları neyi anlatıyor. Kime ne söylüyor? Zat, sıfat ve fiil konusuna mı ışık tutuyor. Şeriat, tarikat, hakikat merhalelerini mi gösteriyor? Yoksa bunun esrarı Kâbe örtüsüyle örtüldü mü? Bu sır konusuna, gayb konularına fazla dalmamak gerekir. Bu “terazi”ler bunca ağırlığı kaldıramayabilir. İbn Ataullah İskenderî’nin buyurduğu gibi, bilemediğimiz gayb sırlarıyla uğraşmak yerine çok iyi bildiğimiz kendi kusurlarımıza bakmamız daha uygundur.
Bizim için önemli olan kulluktur. Sürekli kulluk ve ubudiyet. “Va’bud rabbeke hatta ye’tiyeke’l-yakîn” Ölüm/yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk et ibadet et! (Hicr, 15/99) (Hat, Kazasker’in, 1859)
Hz. Allah için nasıl kulluk yapacağımızı bize Hz. Muhammed öğretti. Onun sözlerini ise bize onun yakınında olanlar aktardı. Onları nasıl unuturuz: Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin… Onu dostlarıyla birlikte tekrar hürmetle yâd edelim, salat u selâm okuyalım. İzzet diye imza atan büyük hattatı da unutmayalım. Ve son peygamberin dini esasları insanlara anlatmak için çıktığı Minber’e biraz daha yaklaşalım. Ulu Cami’nin en değerli unsuru olan bu mübarek ve muhteşem eser 1399 yılından beri burada. İlk hatibi Emir Sultan’ın tensibiyle Somuncu Baba olmuş. Açılış gününün hutbesi Açılış=Fâtiha suresiyle olmuş. “Hamd âlemlerin sahibine aittir. Rahman ve Rahim…” O gün bugün bu Makam-ı Muhammed’den âlemlerin Rabbi Hz. Allah, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed ve Hz. Kur’an anlatılmıştır, anlatılmaktadır, anlatılacaktır.
Minberin giriş kapısının üstündeki kitabede, yaptıran Sultan Yıldırım b. Murad Han’ın, yan tarafta ise yapan sanatkâr Muhammed b. Abdülaziz’in adı var.
Minberin üst kısmında bir kelam-ı kibar var: “el-mü’minu fi’l-mescidi kes’s-semeki fi’l-ma’ el-munafiku fi’l-mescidi ke’t-tayri fi’l-kafes” Camide mümin sudaki balık gibi, münafık ise kafesteki kuş gibidir.
Bursa’nın kalbi Ulu Cami. Ulu Cami’nin kalbi mihrab… Minber gibi el emeği göz nuru ile hâlelenmiş. Caminin en süslü bölümüdür. Bu güzellik şaheserinin karşısına geçip bakıldığında en üstte Allah ve Resulünün ism-i şerifleri görülmektedir. Allah’ın kitabında yer alan ve mi’rac gecesinin esrarı ile ilgili ipuçları veren ayetlerle birlikte. “Sümme denâ feledellâ” Sonra o yaklaştı ve sarktı. (Necm, 53/8-9) Sonra mescidlerin şahı Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa’yı bir araya getiren İsra suresinin birinci ayeti: “Sübhanellezî esra bi-‘abdihi leylen mine’l-mescidi’l-harami ile’l-mescidi’l-aksa” Bir gece kulu Muhammed’i Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya götüren Allah bütün eksikliklerden uzaktır.
Bütün eksikliklerden münezzeh olan Allah’ın mabedini en güzel bir şekilde süslemek ve İsra gecesinin armağanı olan namazı (Buharî, Bed’ü’l-halk, 6, Müslim, İman, 259) en güzel şekilde eda etmek için sanatkârlar ellerinden geleni yapmışlardır. Sağ ve solda dinin temelini teşkil eden şahadet cümleleri yerleştirildikten sonra mülkün sahibinin Allah olduğu ifadesi defalarca tekrar edilmekte ve mihrabın üç tarafını zevkle dolaşmaktadır: “Ya Mâlike’l-mülk zü’l-celâli ve’l-ikram ya Mâlike’l-mülk zü’l-celâli ve’l-ikram…”
Allah’ın mescidlerinde öncelikle dikkat etmemiz gereken konu mihrabın alnında parlamaktadır: “Ve enne’l-mesacide lillahî felâ ted’û maallahî ehada” Mescidler Allah’ındır öyleyse Allah’tan başka hiçbir varlığa tapmayın. (Cin, 72/18) Ayete’l-kürsî’nin ihtişamlı geçidinden sonra Allah inancını özetleyen İhlas suresi yerini alıyor: “Kul huvallahu ehad” De ki O, tek Allah’tır, Allah öncesiz ve sonrasız, bütün var olmakta olanların sebepsiz sebebi, O doğmamıştır doğurulmamıştır ve hiçbir şey onunla mukayese edilemez. (İhlas, 112/1-4)
Bu kadar güzellikle iç içe olan bir müminin içi dışı güzelleşir ve gönlünden şu duayı yapar: “Rabbena âtinâ…” “Ey Rabbimiz bize dünyada da ahirette de güzellik ver! Bizi ateş azabından koru.” (Bakara, 2/201)
Mihrabda duran bir insanın tam karşısında yer alan damla şeklindeki müsenna yazıda ise insanla ilgili önemli bir gerçeğe ışık tutmaktadır:”Kul küllün ya’melu alâ şâkiletihi” De ki herkes kendi yapısına göre davranmaktadır. (İsra, 17/84) Herkes hissiyat-ı mahsusasına göre iş yapar.
Mihrabdan ayrılırken yine Allah (c.c.) ve Muhammed (s.a.v.) diyoruz: “Elhamdulillahillezi hedânâ li’l-İslam ve ce’alna min ümmeti Muhammedin aleyhi’s-selam” “Bizi İslam’la aydınlatan, Muhammed’in ümmetinden yapan Allah’a hamdolsun.”
Ezan okunuyor.
İmamın bulunduğu mekân olan mihrabdan, müezzinin bulunduğu mekana bakalım ve namazla vakit arasındaki sıkı bağı anlatan ayeti okuyalım:”İnne’s-salate kânet ale’l-müminine kitâben mevkuta” Namaz bütün müminler için günün belli zamanları ile kayıtlı kutsal bir yükümlülüktür. (Nisa, 4/103)
Müezzinlerin şahı Bilâl-i Habeşî ile birlikte bütün müezzinlere müjdeler olsun! Çünkü onlar bu dinin temel ilkelerini günde beş defa aşkla şevkle haykırmaktadırlar: Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederim…
Bu çağrı emri önce Hz. İbrahim’e verilmişti. İnsanları Allah’ın evine tertemiz Beytullah’a davet etmek için. “Ve ezzin fi’n-nâsi bi’l-hacci ye’tüke ricalen” Bütün insanları Hacca çağır! Yaya ve binek üstünde… (Hac, 22/27) Ve müezzinleri öven o hadîs: “el-müezzinune etvelu’n-nâsi a’naken yevme’l-kıyameti” “Kıyamet günü boyunları en uzun olacak olan müezzinlerdir.” (Muslim, Salat, 14) Müezzin mahfilinin altında Rahimî mahlaslı şairin düştüğü tarih ise 1549’dur:
Dedi itmamına Rahimî tarih
Oldu ol mahfel-i dilkeş ma’mur
Dilkeş=gönül alan kelimesi, arşa benzetilen mermer kürsüde de vardır:
Desem manide arş-âsâ sezâdır
Ne ra’na kürsi-i dilkeş edâdır. (tarih: 1815)
Bu camide vaizlik, imamlık ve müezzinlik yapan gönül adamlarından biri de Hz. Üftade’dir. Onun bu mabedle ilgili beyti ise dillere destandır:
Ya camia’l-kebir ve ya mecma’al kibar
Tûba li men yezûruke fi’l-leyli ve’n-nehar (Hat, Şefik Bey, 1861)
Batı kapısının yanındaki direkte yer alan Arapça beytin Türkçe manzum tercümesi şöyle yapılabilir:
Mescidimiz uludur secdegâhımız kutlu
Seni gece ve gündüz görenlere ne mutlu!
Allahu ekberu kebira
Vel hamdu lillahi kesira
Şems
Hz. Peygamber’den sonra onun görevleri ümmeti arasında taksim edilmişti. Yönetimle ilgili vazifelerini üstlenenler halife, emir, sultan, imam gibi isimler aldılar. Bu şahsiyetler onun izini takip ederek insanların işlerini kolaylaştırmanın yollarını aradılar. Allah’ın kullarına Allah için hizmet edenlere saygı ve sevgi öyle bir noktaya ulaştı ki, “Sultan yeryüzünde Allah’ın gölgesi gibidir. Her mazlum ona sığınır” cümlesi/hadisi yaygınlaştı. (Keşfu’l-hata, I/456)
Burada bir istıtrat yapmak gerekiyor. 15.06.1927 de çıkan 1057 sayılı kanunla, tarihi binalarda ve kitabelerinde yer alan Sultan isimlerinin, tuğra ve methiyelerin silinmesi/örtülmesi emredilince talihsiz uygulamalara zemin hazırlanmış oldu. Geçen asırda çekilen bir fotoğrafta, sultanın ismini tuğra şeklinde yazan hattatın yazı ve çerçevesi giriş kapısının üstünde görülmektedir. Ulu Cami mihrabının sağında yer alan kelime-i tevhidin altında Fatiha suresinin birinci, Tevbe suresinin 18. ayeti yazılmıştır: “İnnema ye’muru mesacidallahi” Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a inananlar imar eder… Daha altta ise o cümle: es-Sultan zillullahi fi’l-arz ye’vî ileyhi küllü mazlum.” Çok şükür birçok sultan kelimesine murç ve çekiçle saldıranlar burada insaflı davranmışlar ve yukarıda geçen “istişare” ile ilgili ayeti ihtiva eden çerçeve bu yazının üzerine asılarak söz konusu “tehlikeli” kelime örtülmüştür. Ne zamana kadar?
Bir adım sonra Ulu Cami’nin en ulu yazılarından biri hattatının kalemiyle birlikte sizi karşılayacaktır:”Allah Hû” Kalem var fakat yazıda olması gereken bir unsur yok, hattatın ismi örtülmüş. Niçin? Çünkü bu cami için devletin imkânlarını seferber eden Sultan Abdülmecid’in adı geçiyor. Örtüyü kaldırırsanız bu camiye hizmet etmek için çırpınan Osmanlı sultanının ismi çıkacaktır. Nitekim son onarımda örtü kaldırıldı. (Hat, Abdülfettah Efendi, 1859)
Toplumların hayatında böyle tecelliler vardır. Bazı belgeler yok edilir, bazı gerçekler karartılır, bazı isimler örtülür, bazı kapılar kapatılır. Fazla üzülmeye gerek yoktur. “Her şeyin bir vakt-i merhûnu vardır.” O vakit gelince karanlıkta kalan gerçekler ortaya çıkar “örtüler” temizlenir ve kapalı olan kapılar açılır. İşte onun müjdesi de burada:
”Allah müfettihu’l-ebvâb
İftah lenâ hayre’l-bâb”
Mazum tercümesi şöyle yapılabilir:
Allah açıcısıdır kapıların
En iyisini bize aç kapıların
ALLAH
Sultanlarla ilgili söyleyeceklerimiz bitmedi. Hattatların imza bölümünde geçen sultan isimlerini sildiniz, örttünüz, yok ettiniz. Peki, hattat Sultan ise o zaman neyi, nasıl, ne kadar örteceksiniz? İşte hünkâr mahfiline yaklaştığımız bir sırada bizi muhteşem bir hat, bir ayet-i kerime karşılamaktadır. Hem de sultanların, yöneticilerin ana ilkesini ihtiva eden bir hat. Hattatı da Hünkâr Sultan II. Mahmud Han. “Ve izâ hakemtüm beynennasi en tahkümû bi’l-adl” İnsanlar arasında hüküm verdiğinizde âdil olunuz. (Nisa, 4/58) Aynı yazının bir nüshası da Diyanet İşleri Başkanı’nın makam odasını aydınlatmaktadır.
Hünkar mahfilinde ise Hz. Peygamberin yüce ahlakıyla ilgili Hz. Allah’ın ayeti var:”Ve inneke le’alâ hulukin azîm” Sen yüce bir ahlak sahibisin. (Kalem, 68/4) (Hat, Mustafa Şerif, 1869) Aynı ayetin Mehmet Abdülaziz tarafından 1906’da yazılan şekli ise şadırvanın güney doğu köşesindeki direktedir. O da karşısında bulunan Mustafa Şerif’in 1864 tarihli yazısını selamlamaktadır: “Asâ en yeb’aseke rabbuke makamen mahmuda” (İsra, 17/79) Umulur ki: Rabbin seni övgüye değer bir makama yükseltir.
Esmaü’l-hüsna devam ediyor:
MÜ’MİN
MÜHEYMİN
AZİZ
CEBBAR
MÜTEKEBBİR
Hünkâr mahfilinin alt katı kütübhane. Yani yüzyıllardır yetişen alimlerin, ariflerin, mütefekkirlerin ve sanatkârların eserlerini ihtiva eden mekân. Şeyh Adullah Münzevî’nin kurduğu kütüphane. Bütün kitap yazarları sözlerini şöyle sonlandırır: “Vallahu veliyyu’t-tevkîk”. Yani bu yaptığım işte, yazdığım kitapta bir başarı varsa o benden değil Allah’tandır, O’nun lütfu sayesindedir. Başarı O’ndandır. (Hat, Şefik, 1869) Bu mükemmel yazının üstünde mükemmel bir insanın ism-i şerifi var: “Hüseyn” Şah-ı şüheda-i kerbelâ” (Hat, Abdülfettah Efendi)
Yine “vav”lar karşılıyor bizi. Bu sefer konu farklı. Müminleri, zavallı, biçare gören münafık insanlara karşı Allah’ın müjdesini ihtiva eden “vav”lar:”… Şeref, Allah’a Rasülüne ve müminlere aittir ama ikiyüzlü münafıklar bunun farkında değillerdir.” (Münafikun, 63/8) “Ve lillahi’l-izzetu ve liresûlihi ve li’l-mu’minine velakinne’l-münafikîne la ya’lemûn.”
Ve namaz…
İnne’s-salâte tenhâ ‘ani’l-fahşa ve’l-münker ve lezikrullahi ekber.
“…Namaz insanı çirkin fiillerden akla aykırı her şeyden alıkoyar. Allah’ı zikretmek en büyük erdem ve iyiliktir. Allah bütün yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/35) Depremden önce 1851’de hattat Mustafa Şerif Efendi tarafından yazılmıştır.
Allah’ı zikretmekle ilgili bir başka ilahî tespit de karşı sütunda: “Ela bizikrillahi tetma’innu’l-kulûb.” “İyi bilin ki kalpler gerçekten ancak Allah’ı anarak huzura erişir.” (Ra’d, 13/28) (Hattat Seyyid Ali Sırrî, 1895)
Camiyi dolduran, içini cemaat ruhu ile dolduran müminlerin özellikleri ve kazanımları nelerdir? “Kesin olan şudur ki inananlar kurtuluşa erişeceklerdir. Onlar ki namazlarında alçak gönüllü bir duyarlılık içindedirler. Onlar ki boş ve anlamsız şeylerden yüz çevirirler. Arınmak için yapılması gerekeni yapar, zekât verirler.” (Müminun, 23/1-4)
Bu hattı kim yazdı? Ve bunu camiye kim hediye etti? Hattat Rifaî Aziz Efendi’dir. Hediye eden Aziz Efendi’nin mürşidi İstanbul Ümm-i Kenan dergâhı şeyhi Kenan Rifaî’dir.
Dinimizi üç kelime ile özetleyen tasniflerden biri de şöyledir: İman, ibadet, ahlak. Ulu Cami’de yer alan hatlar bir kategoriye tabi tutulursa aynı gerçekle yüzleşiriz. İşte imanla ahlakı bir araya getiren hadis-i şerif: “Ekmelü’l-mü’minine imanen ahsenuhum hulukan.” (Ebu Davud, 14) “Müminlerin en mükemmeli ahlak yönünden en güzel olanıdır.” (Hat, İbrahim Efendi, 1880)
Bunun peşinden hikmetle Allah korkusu arasındaki bağı veciz bir şekilde ifade eden hikmetli söz: “Re’su’l-hikmeti mehâfetullah.” (Keşfu’l-hafa, I/421) “Hikmetin başı Allah korkusudur.” (Hat Şefik, 1862)
Bilindiği gibi cami ile cemaat aynı köktendir. Cemaat birlik beraberlik demektir. Cami birliği temsil eder. Herkes camide eşit hale gelir, birlikte secde eder, dua eder. Onun için “el-cemaatü rahmetün ve’l-firkatü azabun” “cemaat rahmettir ayrılık azaptır.” (İbn Hanbel, IV/278)
İslam medeniyetinde çok gelişen sanatlardan birinin hat olduğu bilinmektedir. Hattatlar adeta harflerle oynamış, onlara çok değişik şekiller vererek hünerlerini göstermişlerdir. Harfleri cami, minber, minare şekline aktardıkları gibi kuş, aslan gibi yaratıkların suretinde istifler de üretmişlerdir. İşte bir minber… Bu güzel buluşa gerçekten “bârekallah” demek gerekiyor.
Vakit geçiyor ömür bitiyor. Yapmamız gereken işler var. En başta namaz… “Vakti geçmeden namazı kılmak konusunda acele ediniz. Ölüm kapıyı çalmadan tevbe için de acele ediniz.”
‘Accilû bi’s-salati kable’l-fevt
Ve ‘accilû bi’t-tevbeti kable’l-mevt
Yine harflerin farklı ahengini gösteren bir istif: “Min külli feccin amîk” “Her bir yoldan senin çağrına gelsinler.” (Hac, 22/27)
Ve Ulu Cami’nin en büyük hattı: “Vallahu gâlibun ‘ala emrihi” (Yusuf, 12/21) “Allah murad ettiği işi başarıyla sonuçlandırır.” (Hat, Mustafa İzzet, 1862)
Biz de sona doğru geliyoruz, Hayy ism-i şerifiyle başladık Kayyum ism-i şerifiyle bitiriyoruz. Virdimiz ortaya çıkıyor:
YA HAYY U YA KAYYUM
No t : D o k s a n d o ku z ş i i r l e Al l a h’ı n d o k s a d o ku z i sm- i ş e r î f i n i a n l a t a n , Erd a l Ça k ı r ’ı n HÛ i s iml i e s e r i b u ya z ı y ı b i t i rd i ğ i m g ü n e l ime u l a şmı ş t ı .