Fâdya Lâdkâni – Fotoğraflarla Gelen Haber: Suriye’deki Katliam
Çeviri: Mücahit Küçüksarı
Cevapsız soruların bol olduğu bir gezegenden geliyorum. Orada her söylenilene inanılmaz, her inanılan da söylenmez. Oranın sakinleri sinelerinde gece ve gündüz peşlerini bırakmayan, çılgın sorular biriktirir. Ancak yeryüzü sırlarını ortaya dökmez. Ne dallar cevap verir, ne kaldırımlar. Tal’a Şûra mikrolarının tozu ve dumanı bekleyiş şarkılarına aldırış etmez. Feri’l-Sâdât Meydanı’nın duvarları, oradaki bıçakların verdiği acıya karşılık vermez. Fakat bekleyiş uçsuz bucaksızdır, sonu gelmez. Yıldızlar gibi…
Ben, Muhacirin ve Hadikat Sübki Caddeleri’nin kaldırım taşlarını ve merdivenlerini, Beyt Şura’nın sokaklarını, balkonlarını ve duvarlarını mesken tutmuş çok soru soran bir kızım.
Sessizlik, düzenin bekçisidir. Var olmak için göz göze gelmekten sakınılır. Hiç kimse bir başkasına, yok oluşun sırlarını nereye emanet ettiğine dair bir şey sormaz. Hama’ya mı, Halep’e mi, Şam’a mı, kuzeye mi, yoksa güneye mi? Bedenlerinin parçalarını bir araya getirir, etrafına beyaz kefenlerini sararlar. Sonra… Trampet sesi yükselir. Bam… Bam… Bam… Ölüler ve dirilerden oluşan ve topluca gerçeğe doğru ilerleyen muazzam bir ordu… Her birinin elinde doğum tarihini, idam tarihi ve yerini ve ismini taşıyan bir belge…
Normal bir ölüm bile kabul edilemezken, kişiyi aynı anneden dünyaya geldiği kardeşinin ölümüne ne inandırabilir ki! Hele ortada bir mezar taşı, bir ceset ve defin törenleri de yoksa, nasıl? Soru iç âleme yapışıktır. Soru, iç âlemin bizzat kendisidir.
Saydnaya/Hapishane
Bu, büyük ağabeyimi Tedmür Hapishanesi’nden dokuz yıl sonra kurtulmasının ardından gördüğüm ilk ziyaret. Genelde, eski tutukluları, mahkûmun normal halini yeniden alabilmesi için, muhtemel tahliyesinden bir sene kadar önce, beş yıldızlı bir hapishane olan Saydnaya’ya naklettiklerine inanılıyordu. Ağabeyim ziyaret süresini, annemizin dikkatinin dağıldığı bir anı yakalamaya çalışarak geçirdi. Bunu, ailede kendisinden sonra gelen kardeşimiz Abd’i nasıl “rahata erdirdiklerini” dudak hareketleri ile bana bildirmek için yapıyordu. Son rasında bana bu denli acımasız davranmasının, aklına nasıl geldiğini hiç sormadım. Abd’in Saydnaya’dan dönüş yolunda kayboluşuna dikkatimi çekmek için elini boynunda şimşek hızıyla dolaştırıyordu. Kalbim derinlere gömüldü ve üzerine aldığım her nefese yapışacak olan o kaya çöktü. Ama inanmadım.
Anne Evi
İki yıl sonra, Tedmür ve Saydnaya’dan çıkan ağabeyimin Şûra’l-Muhacirîn’deki evimizde bana yalan yanlış kurduğu ilk cümle şu olacaktı: “Abd’i rahata erdirdiler.” İnanmadım. Birçok kimse evlatlarının, aileleri onların öldüğünü zannetse de, on beş-yirmi yıl sonra ortaya çıktığını anlatmadı mı? Üstelik onlar için teselli törenleri bile yapmışlar. Kardeşim Abd neden onlardan biri olmasın?
Anneme bir şey diyemiyorum. Gizli sevinci onu ele veriyor. “Güvenlik” birimlerinin tekrar nasıl geldiklerini anlatıyor. Evimizin kapısını çalmışlar ve ona kayıp olan oğlunu sormuşlar. “Tekrar tekrar gelmişler ve sormuşlar. Ve bu durum hala devam ediyormuş.” Muhtar, bazı komşular ve mahalledeki dükkân sahipleri durumu ondan gizlemişler. Ona mı yoksa kendime mi acımalıyım? Ondan daha mı az sıkıntılıyım? Bilmiyorum. İçimde hala şeytanla raks eden bir ümit var.
Geniş Şam/Dar Şam
Ağabeyimin, kardeşim Abd’in ortadan kaybolması haberine inanmam için, Hâl Çarşısı’nda kendisiyle buluşmam konusunda ısrar ettiği peçeli adam kararlı ve ciddi bir üslupla bana şöyle dedi: “Konuşma bitti. Artık başka bir şey sorma! Cevaplar mahkûmların dillerinde kilitlidir. Her şeyi biliyoruz.” Ve şöyle devam etti: “Kardeşinin kendisini Mezze Hapishanesi’nden almaya geldiklerinde son sözü şu oldu: “Aranızdan sağ kalan birisi eşime, doğacak evladım erkek olursa, adının Muhammed olmasını istediğimi iletmeyi unutmasın!” Son defa sağ olarak görüldüğü ve hızlıca geçip gittiği kapının eşiğinde bize bakarak sözlerine şöyle devam etti: “Annem sizlere emanet!” Bu sözünün hemen öncesinde de kendisinden “Bağışla beni anne!” şeklinde bir çığlık yükselmişti.”
Peçeli adam gitmeden önce gayet ciddi bir şekilde bize şöyle dedi: “Bu görüşme hiçbir zaman gerçekleşmedi. Ne ben sizi gördüm ne de siz beni.” Peçeli adam ilk gördüğümüz kişi değildi!
Asık suratlı bir genç kapıyı açtı. Bize bekleme salonunu gösterdi ve bir müddet ortadan kayboldu. İzin vermese de kardeşimle oturduk.
Kardeşim konuya girdi: “Size kız kardeşimi getirdim. Kulağıyla işitsin ve inansın. Biliyorum, Tedmür Hapishanesi’ne getirilen mahkûmlar arasında sen, kardeşimiz Abd’in Mezze’deki son altı aylık hayatı boyunca yanındaydın. Öyle…
Genç, kardeşimin sözünü bitirmesine izin vermedi. Son derece gergin bir halde şöyle diyerek ayağa kalktı: “ Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum.”
Bu genç önceleri kardeşim Abd’in yakın bir arkadaşıydı. Bize söylenilene göre, son olarak bir yıl süreyle Mezze Hapishanesi’nde tutuklu kalmıştı. Ardından da mühendislik bürosundaki işinin başına dönmüş.
Üçüncü kişiyi ise hiç göremedik!
Dünyanın bir ucundaki “falan” şehre yaptığımız yolculukta ne benim ne de ağabeyimin, hiçbirimizin, ağzı açılmadı. Birkaç dakikalık bekleyişten sonra kapıyı açan kadın bize şöyle dedi: “Burada bu isimde kimse yok!”
Dönüş yolunda, ağabeyimin yine her zamanki gibi bana bakmadan ve tereddütsüz bir şekilde söylediği tek şey “Kardeşim, yeter artık bu kadar kuruntu ve araştırma! Şu anda önümüzde yürürken görsem bile o olduğuna inanmam” olmuştu.
İnanmadım.
Hava İstihbarat Birimi/A.D.’nin Ofisi
Dayım uzun uğraşlar sonrasında önemli bir sorumlunun ofisine ulaştı. Bu sorumlu önündeki kayıtlara göz attı ve somurtarak şöyle dedi: “Büyük olan Tedmür’de. Diğeri hakkında ise bugünden itibaren soru sormayın.”
İnanmadım.
Kafrisûsa/Devlet Güvenlik Birimi Başkanının Ofisi
Birimin başkanı, ilk kardeşimin tutuklanmasından haberdar olduğumu biliyordu. Bu olay ofisinin yakınlarında olmuştu. Ayrıca başka bir hikâyesi olan meşhur bir ziyaret de olmuştu. Aylar sonra bir akşam, müdür beni ofisine çağırttı. Görüşmenin sonunda bana şöyle dedi: “Görülüyor ki; iki kardeşinin hikâyesi seni çok etkilemiş ve işlerini içinden çıkılmaz bir hale sokmuş. Tutukluluk sürem olarak yeterli olduğuna hükmettikleri kalan üç yıl, iki ay ve on günü tamamladım.” Anlayamıyorum, niçin her şeyi birbirine karıştırdı? “Kardeşin” demesi gerekirken “iki kardeşin” dedi? Anlamayı da düşünmedim!
el-Sâdât Soruşturma Birimi – el-Hatîb Binbaşı T.A.D.’nin Ofisi
Kafrisûsa Hapishanesi’ne gönderilmeden evvel beni üç sene iki ay önce teslim edildiğim şubeye tekrar yolladılar. Sonrasında, tüm bunların özgürlükten önce yapılan yeni bir soruşturma ve pazarlık töreni olduğunu anlayacaktım. Bir daha, üçüncü kez, onuncu kez… Aileni, kardeşlerini ve mirasçısı olduğun atalarının atalarını anlatman gerekir. Her birinin ayrı hanesi var. Nerede doğduğu, nerede oturduğu ve nerede çalıştığı… Binbaşı evrakları doldurduktan sonra aldı ve alaycı bir şekilde göz gezdirdi. Fakat bir anda duraksamasını, bakışını ve değişen yüz hatlarını asla unutamayacağım. Hemen, gayet doğal bir şekilde, kardeşim Abd’in işi hakkında cevap verdim. İleriki zamanlarda, yüz kaslarında meydana gelen ve bir anda gözüme çarpan o küçük sarsıntıyı da hep hatırlayacağım. Cevabımdan sonra bir süre sustu ve bana kardeşimin beni en son ne zaman ziyaret ettiğini, sordu.
Paris-Şam
Kardeşin mesleği ve ikamet adresi?… Resmi işlemler boşlukları kabul etmiyor.
Kardeşim gençliğinin baharındaydı ve yakışıklı biriydi. Mühendislik Fakültesi Elektronik Bölümü son sınıf öğrencisiydi. Şam ve annesi onun iki sevgilisiydi. Zulüm, ortadan kaybolmasından yedi ay sonra doğacak olan oğlunu da aralarına katmasına imkân tanımadı. Tekrar ofisteyim. Haneler boşluk kabul etmiyor. Ey dünya dillerinin sözcükleri, yardım edin bana! Kurtarın beni, meslek ve ikamet hanesine ne yazmalıyım? İşte ümitsiz beklenti şarkısıyla bir milyonuncu randevumdayım. Oyun oynayan bir kardeşim vardı. 1983 yılı Aralık ayının sonlarında, Suriye’nin meçhul bir yerindeki büyük bir çukur onu yuttu. Resmi hanelere ne yazayım? Çünkü kardeşim hala Kişiye Özel Durumlar Dairesi’nde ve sağ.
Fotoğraflardan haber gelmeseydi inanmazdım.
Fotoğrafların Haberi
Kardeşimin karısı onu bütün sabrı ve sevgisiyle sekiz yıldan fazla beklemişti. Fiili ayrılık hükümleri gereğince ayrılmanın ilan edilmesi ve boşanma işlemlerinin başlaması için kardeşimin öldüğünden herhangi bir şekilde kesin olarak haberdar olması gerekiyordu. Benim için kardeşimin karısından başka hiç kimse kalmadı. Belki çarmıha yönelmeden önce ona bir şey söyledi. Belki de çok iyi bildiği bir şeyi bana aktaracak. İkinci evliliğinin üzerinden bir yıldan daha az bir süre geçmişti. Korkumu ve kalbimin gürültüsünü içimin derinliklerine attım. Bu an için hep korkmuş ve büyük hesaplar yapmıştım. Mihrapta ilahına yalvaran bir âbid gibi ona soracaklarımı sordum.
Soğukkanlı ve sakin bir şekilde, “Kalbim sekiz yıl sonra kabul etti” dedi. Onun için cevap bundan ibaretti.
Israrımı sürdürdüm. Gözlerindeki acıyan bakışları gördüm. Bana büyük sarı zarfı anlattı ve gözyaşlarının döküldüğünü görmemem için başını çevirdi.
Gözleri yoğun bulutlara dikilmiş bir halde “Kardeşin, ortadan kaybolmadan bir hafta önce bu zarfı bana teslim etti” dedi. Zarfın içinde siyah-beyaz ve büyütülmüş fotoğraflar vardı.
Ailelerin, şehitleri için hazırladıkları o fotoğraflar gibi! Fotoğrafların sayısı altıydı. Bir ok saplandı sineme ve orada kaldı. 1983 Mayıs ayının üçüncü haftasında bir gün kardeşimizi görmüştüm. Özellikle bir fotoğrafçıya gitmiş ve altı nüsha fotoğraf çıkartmıştı. Kendisini dâhil etmeyerek bizi saymış. Dört kardeşiz. Beşincisi iki aylık bebeğiyle annesi için. Altıncısı ise annemize. Bu sayının, Şam’da fotoğraf çoğaltılmasında yaygın olan miktar ya da onun yarısı olduğunu söylemek hiçbir gün aklıma gelmedi.
Kardeşim bu defa, kemanını ve babasının udunu olanca şefkatiyle bir kenara dayadı. Abdüssamed gibi hüzün ve kederden salınarak Bakara Suresi’nin son ayetini okudu. Sonra bana şefkatle ve sevgiyle “Kabul et” diye fısıldadı ve bulutların arasında gözden kayboldu. Sonunda kabul ettim!
10 Şubat 2013 Pazar; el-Hayat Gazetesi