Fatma Akkubak – Beklemek
D
ü
ş
ümde
dev bir hamam böceği,
dev korkunç bir karafatma
kollarımdan
bacaklarımdan
kavrayıp gövdemi
paldır palas
devasa cam bir kavanoza fırlatıyor beni.
Tam kavanozun dibine sarsıcı bir darbeyle çarpacakken bedenim, çalar saatin gürültülü telaşıyla uyanıyorum.
Ütülü üniformamı giyiyorum. Boyalı postallarımı ayağıma geçiriyorum. Asker kaskımı kafama takıp, tüfeğimi omzuma asıyorum. Savaşa gider gibi. Bu halimle aynanın karşısında korkusuz bir kahramanım kuşkusuz. Birazdan cepheye varacağım. Toz duman arasında yere yatıp tüfeğimle nişan alacağım. Düşmanların kafalarını patlatacağım. Tak!tak! Vuracağım hepsini. Taze kan kokan cesetlerin arasından geçip ilerleyeceğim. Elim yüzüm kir pas içinde. Ütülü üniformam toz toprak. Kan ve ter. İçimde korku. Gizli saklı. Ufak tefek. Derinlerde bir yerlerde capcanlı duran bir korku. Ne zaman bir kurşun vızıltısı geçse kulağımın dibinden, ya da mayınla parçalanan bir insan parçası düşse önüme pat diye, kalbimin artan gümbürtüsüne dayanamayıp da patlayıp taze kan gibi içimi kaplayacak diye korku, korkuyorum. Ama hayır korkmamalıyım! Ben bir kahramanım. Çocuk olduğumu bir zamanlar unutmalıyım. Bir annem olduğunu sonra. Oyunda kaybedince ağladığımı. Babamı. Ellerini. Tokat sesini. Ve yanağımdan kalbime inen yangınları. Unutmalıyım bütün bunları. Ben bir kahramanım! Korkusuz, cesur, gözü pek. Mert ve yürekli bir kahraman. Cephelerde savaşırım. Erkekçe dövüşürüm. Kahramanca vuruşurum. Tüfeğimdeki sıcak mermileri kafalarına, kalplerine, kollarına, bacaklarına, korkudan tir tir titreyen gövdelerine sıkarım tek tek. Ölümlerden dönerim. Ölümlere koşar adım giderim. Ölümlülerin canına okurum. Hadi derim, hadi ölümlerden ölüm beğen pis köpek!
Neden öldürürüm, neden savaşırım, bütün bunlar neden ben bile unuturum. O kadar zamandır savaşmışım ki.
Bazen yaralanırım belki. Kolumu sıyırıp geçen namussuz bir mermi. Kanı görürüm. Kendi kanımı. Kan gövdeyi götürürken etrafımda sabah akşam, bir mucize gibi şaşkınlıkla bakarım kendi kanıma. O kadar şaşarım ki korkmak aklıma bile gelmez. Kulağımda uğultular. İlahi bir mucize karşısında gibi saygıyla ve çekinerek parmaklarımı uzatırım kendi yarama. Sıcak ve taze kan. Yapışkan ve kokulu. Bir mucize gibi.
Bütün bunlar yalan. Düpedüz yalan. Düzmece hepsi. Aynanın karşısında üstümde haki yeşili üniformalar, sırtımda tüfekle dikilirken gözümde canlanan silik düşler hepsi. Evet askerim.
Ama ne cephelerde kahramanca savaşırım, ne elimde tüfek korkusuzca vuruşurum. Ben bekçilik yaparım. Anıtmezar bekçiliği. Ülkemin mutlak rejiminin bekçiliğini. Bu devasa beton sütunların bekçiliğini. Her sabah bunun için uyanırım. Bunun için düşerim yollara. Camdan bir fanusun içine girip kımıldamadan beklemek için. Bekçilik ne garip iş. İnsan hiç beklemeyi kendine iş olarak seçer mi? Bütün dillerdeki en korkunç en sıkıntılı en huzursuz fiil olmalı: bek-le-mek. Godatı beklemek gibi. Yasanın kapısı önünde yıllarca bekleyen Kafka romanındaki o adam gibi. Gelmeyecek bir şeyi beklemek. Yok yere. Boşu boşuna. Saatlerce. Senelerce. Hep diken üstünde. Ha geldi ha gelecek. Tedirgin. Sıkıntılı. Bunaltıcı. Otobüs bekler gibi değil. Sevgilini bekler gibi değil. Kimseyi, hiçbir şeyi beklemeden beklemek ya da. Bir fabrikayı, bir siteyi, bir alışveriş merkezini ya da işte bir anıtmezarı benim gibi. Beklenilen bir kimse bile yok ortada. Ne komik değil mi? Bekçilik ismiyle çelişen bir iş. Bekçiler kimseyi beklemezler aslında.
Kendimi bir askerden çok bir bekçi gibi hissediyorum. Kıpırtısız ve ifadesiz hazır olda bekliyorum bütün gün bu cam kafesin içinde. Ben asker olmak isterken böyle bir şey düşlememiştim hiç. Ama yazgım beni bir şekilde buraya getirdi. Bir sebepten cezalandırıldığımı biliyorum. O yüzden sesimi çıkarmıyorum. Cezaya itirazda bir suçtur ve eski cezana bir yenisinin daha eklenmesinden başka bir işe yaramaz. Bütün dünya tarihi, bütün insan ilişkileri bu dinamik üzerine kuruludur: suç ve ceza. Bir suçun, ilk günahın bitmek bilmez cezasını çekiyoruz insanlık olarak. Yaşamak dediğin bir ceza. Sırf insan olarak dünyaya geldiğin için ister istemez ortak olduğun bir suçun cezası. İnsan olmak suça bulaşmak. Her insan doğar doğmaz azılı bir suçlu.
Beklemek benim cezam. Suçuma gelince…
Çocuktum. Kelebekleri ve sinekleri havada yakalar, ışıktan kaçışan hamamböceklerini çırpınan kırılgan ayaklarından tutar, karınca yuvalarından parmak uçlarımla dikkatlice karınca toplar ve bunları ayrı ayrı cam kavanozlarda saklardım. Havasız kalmasınlar diye kavanoz kapaklarına delikler açardım. Sularını yemlerini eksik etmezdim. Niyetim ne canlarını yakmaktı, ne de onları öldürmek. Ama bu bile beni aklamaya yetmez, biliyorum. Daracık yerde kanat çırpa çırpa uçuşan o renkli kelebeği, dört bir yana telaşlı telaşlı koşturan hamam böceklerini, kavanozun içinde zikzaklar çizerek uçan sinekleri, her defasında yerçekimine yenik düşüp kapağa varamadan dibe kayan karıncaları izlerken aldığım haz beni masum yapmamaya yeter. Şimdi bende o böcekler ve kelebekler gibi cam bir kavanozun içine hapsedildim. Daha da kötüsü her sabah kendi ayaklarımla geliyorum bu tutsaklığa. İsyan etmeden, karşı çıkmadan, çırpınmadan, bağırmadan. Bekliyorum. Cezamın bitmesini. Affedilmeyi. Suçunu kabullenmiş cezasına razı bir boyun eğiş benimki.
Ah keşke, ah keşke sevgili böcekler, karıncalar, kelebekler ve cümle haşarat âlemi, keşke pişmanlığımı görüp özrümü kabul etseniz. Böceklerin tanrısı, karıncaların ve kelebeklerin tanrısı, beni bağışla.
dev bir hamam böceği
dev korkunç bir karafatma
kollarımdan
bacaklarımdan
kavrayıp gövdemi
paldır palas
devasa cam bir kavanoza fırlatıyor beni.
dipsiz bir kuyuya
d
ü
ş
er
gibi.
beklemek
dipsiz derin bir kuyuya
d
ü
ş
mek
gibi en çok.