Gökçe Özder – Görünenin Ardındaki Hakiki Krallık
Vladimir Nabokov, 1948-58 yılları arasında Amerika’daki üniversitelerde verdiği derslerden oluşan kitabında düzyazının en büyük Rus sanatçılarını şöyle sıralar: Bir Tolstoy, iki Gogol, üç Çehov, dört Turgenyev. Aynı kitapta Tolstoy, Çehov ve Turgenyev’in eserlerini örneklerle çözümler. Gogol içinse ayrıca bir kitap yazar. 1959 yılında İngilizce olarak ilk kez yayımlanan Nikolay Gogol isimli bu kitap Şubat 2012’de İletişim Yayınları tarafından çevrilerek Türk okuyucusuna ulaştı.
“Nikolay Gogol, Rusya’nın yetiştirdiği en tuhaf düzyazı şairi, 1852 yılında, 4 Mart Perşembe sabahı, saat sekize gelirken, Moskova’da öldü.” (7) cümlesiyle başlayan kitap, her ne kadar ilk bakışta biyografi gibi görünse de, daha ilk cümlesiyle klasik biyografi kurallarını yıkıyor. Yazar size en başından farklı bir kitap okumakta olduğunuzu hissettiriyor. Kitap boyunca biyografik bilgilerin verilmesi yanında, yazarın eserlerine de farklı bir gözle bakılması sağlanıyor. Yazar öncelikle, yazarları gerçekçi, romantik, sembolist şeklinde sınıflandıran ders kitaplarını eleştiriyor. Kitap boyunca da bize Gogol’ü gerçekçi olarak sınıflandırmanın yanlışlığını gösteriyor. Sadece bunu mu? Gogol’ün kimi eserlerini farklı bir bakışla yorumlayarak, adeta alaycı bir edayla yerdiği eleştirmenlere, eleştirinin nasıl yapılacağını öğretiyor.
Kitap altı bölümden oluşuyor. “Ölümü ve Gençliği” isimli ilk bölümde Gogol’ün yazmaya başlamadan önceki hayatına değiniyor. Bunu yaparken de özellikle, yazarın yazarlık hayatını etkileyecek olayların üzerinde duruyor. Nabokov, Gogol’ün annesine yazdığı mektupları bizzat çevirerek sunuyor okuyucuya. Bu mektuplardan yola çıkarak Gogol’ün sadece kitap yazarken değil, gerçek yaşamda da ‘uydurduğunu’ görüyoruz. Fakat “buharlı gemilerin Nikolaycığı tarafından icat edildiğini söyleyerek dostlarını hayrete düşüren” annesi de sanki Gogol’ün muhayyilesinin bir ürünü gibi çıkıyor karşımıza. Aynı zamanda, Gogol’ün cehennem ve şeytan korkusunun ilhamı olarak görülüyor Maria Gogol. Nabokov, her ne kadar bu gibi klişe cümlelerden bıktığını belirtse de annesi ve oğlunun benzer mizaçlara sahip olduğunu söylemeden edemiyor.
Yine kitabın ilk bölümünde Nabokov’un, kişisel okuma zevki hakkında da fikir ediniyoruz. Örneğin; “Sırf yerel diyalekt ile yazıldığı ya da uzak yerlerin egzotik atmosferinde geçtiği için bazı kitaplardan hoşlanan kişilerle hiçbir zaman uyuşamadım.” (34) diyor Nabokov. Aynı sebepten, Gogol’ün Akşam Toplantıları ve gençlik dönemi eserlerinin ilgisini hiç çekmediğini, hakiki Gogol’ün tam anlamıyla sadece Müfettiş, Palto ve Ölü Canlar’da kendini gösterdiğini belirtiyor. Nabokov, kitabın geri kalanında da özellikle bu üç eser üzerinde duruyor.
Çehov’un “Eğer bir anlatıda duvara asılı bir tüfek varsa patlamalıdır.” tezi henüz daha ortada yokken, yarattığı ‘”hayalet” karakterlerle bu tezin yıkılmasını sağlıyor Gogol. “Ama Gogol’ün tüfekleri havada asılı durur ve ateşlenmez; zaten onun anıştırmalarının cazibesi de, bu anıştırmalarından hiçbir şey çıkmayacak olmasından kaynaklanır.” (47) diyen Nabokov Müfettiş’teki hayaletlerden bahsediyor bize kitabın ikinci bölümünde. Gerçekten de Müfettiş piyesinde, ismen bahsedilen, hatta hayatı, kişiliği hakkında bilgiler verilen birçok kişinin piyeste fiziken varolmadığını görüyoruz. Hatta kitaba ismini veren müfettiş bile aslında hayalettir ve tiyatro sahnesinde hiç varolmayacaktır. Nabokov’a göre bu ikincil dünya Gogol’ün “hakiki krallığıdır”. Gogol piyesine adını veren kişiyi oyuna dahil etmemiş olmasına rağmen, bu oyunun hâlâ Rusça yazılmış en başarılı oyun olarak görülmesi; onun, Çehov’un tezini yıllar öncesinden çürütmüş olduğunun en büyük kanıtıdır.
Peki Müfettiş oyunu bir taşlama ya da komedi olarak değerlendirilebilir mi? Nabokov, edebiyat eleştirmenlerinin Müfettiş’i salt bir taşlama veya komediden ibaret saymasını eleştiriyor. Gerçekte, Gogol’ün eserlerinde, hatta bunu genellersek “iyi eserlerde” böyle bir genellemeye gidilmesi pek doğru sayılmaz. Çünkü; “Gogol, Shakespeare gibi komplike yaratılar yazan yazarların, seyircide kahkaha ya da gözyaşına değil, mükemmel bir tatminden kaynaklanan ışıltılı bir gülümsemeye sebep olduğunu” (57) söylüyor Nabokov. Bütün bu övgülere rağmen, Nabokov, Müfettiş’in bütününün, “bayağılığın çeşitli veçhelerini özel şekilde harmanladığını” kabul eder. Gerçekten de konuyu ve olayları düşündüğümüzde Müfettiş’i klasik bir komediden farklı görmezken, Gogol’ün anlatımıyla eserin nasıl da bir başyapıta dönüştüğüne şahit oluruz.
Şüphesiz Nabokov’un Gogol hakkındaki tespitlerinden en ilginci, Gogol’ün eserinin manasını tamamen yanlış anladığına dair olanıdır. Müfettiş yayımlandıktan sonra Gogol eleştirmenlerin gözünden kaçanları anlatmak amacıyla, oyununu açıklayıcı yazılar kaleme alır. Bu yazılarda gerçek müfettişin “İnsanların Vicdanı”, diğer karakterlerin ise “İnsanların Tutkuları” olduğunu belirtir. Bu noktada, Nabokov, Gogol’ün kendi eserlerini yanlış yorumladığını belirtiyor. Bu yorum Nabokov’un kişisel yorumu olmasıyla beraber, bunun ne kadar sağllıklı olduğu tartışmaya açıktır.
Nabakov, kitabında sadece Gogol’ün eserleri hakkında konuşmuyor. Kendi kendisiyle konuşarak adeta monolog bir edebiyat sohbeti gerçekleştiriyor. Yer yer esas konudan uzaklaşıp başka sularda yüzüyor. Fakat bunlar da bize Nabokov’un farklı konularda neler düşündüğünü gösteriyor. Okurken Nabokov’la sohbet ediyor hissine kapılıyorsunuz. Kitabın serrbest bir biçimde yazılması bu zevkin oluşmasında etkili oluyor. Nabokov nelere mi değiniyor? Mesela, Poşlast diye nitelediği; çok satan, “soylu ve güçlü” kitapların kitap eklerinde nasıl da göklere çıkarıldığını, oysa bu kitapların hakiki edebiyattan habersiz olduğundan dem vuruyor uzun uzun. Kitapta yine yer yer Gogol’ün kitaplarını İngilizce çevirilerinin, orjinal dilden ne kadar uzak olduğunu eleştiriyor çeşitli örneklerle. Rusça ve İngilizceye böylesine hakim birinden, bu eleştirileri okumak fazlasıyla doyuruyor ve ikna ediyor biz okuyucuları.
Edebiyat derslerinde okuduğumuz her metinden bir sonuç ya da mesaj çıkartmaya zorlandık daima. Amaçsız, sonuçsuz, mesajsız metin olamayacağına inandık, bu sebeple okuduğumuz bir şeyin sonunda herhangi bir mesaj ya da hakikat bulamayınca o eseri ya kötüledik ya da yazarın belki aklının ucundan bile geçmeyen mesajlar uydurduk. Aynı çaba Gogol’ün eserleri için de harcandı. Özellikle Ölü Canlar’da özel bir mesaj bulamayan eleştirmenler, “mevcut koşulların gerçekçi bir betimlemesi”ni gördüler. Tam da bu noktada Nabokov devreye giriyor ve Ölü Canlar’a bambaşka bir bakış açısı getiriyor. “Çiçikov’un satın aldığı ölü canların sadece bir kağıt parçasındaki isimler değil, Gogol’ün dünyasını sert kanat çırpışlarıyla dolduran ölü canlar” olduğunu söyleyerek (74) kim bilir belki de Gogol’ün bile yazarken fark etmediği bir durumu ortaya koyuyor.
Gogol, Ölü Canlar’ı yazdıktan sonra Rus halkı tarafından gayet olumlu tepkilerle karşılanır. Bunun üzerine çok geçmeden, üç cilt olarak tasarladığı kitabının ikinci cildini yazmaya koyulur. Bu sırada olanlar olmuş, Gogol olguları tasavvur etme yeteneğini kaybetmiş, olguların kendi başlarına da var olabileceklerine kanaat getirmiştir. O sırada Rusya dışında olduğu için, Rusya’da bulunan dostlarından gördüklerini tarif etmelerini ister. Hatırını kırmayan dostları Gogol’ün bu isteğini yerine getirir. Fakat sonuç hüsrandır. Gogol, mektuplarda anlatılan dünyaların onun eserini yazmaya yardımcı olacağını ummuştur. Fakat elindeki onca mektupla kalakalır. Nabokov’un da söylediği gibi, bu durum “çıplak olgu”, “gerçekçilik” gibi terimlerin ne kadar aptalca olduğunu kanıtlar. Üzücü olansa Gogol’ün bile kendisini “gerçekçi” olarak görüyor olması ve “çıplaklık” denen olgunun varlığına inanmasıdır.
Nabokov, kitabını bitirdikten sonra yayıncısının yolunu tutar. Kitabın son bölümü olan “Açıklamalar” kısmında Nabokov, yayıncısıyla arasında geçen diyalogtan parçalar sunuyor. Zira kitabın bundan sonraki bölümünü oluşturan kronoloji kısmının kendi isteğiyle hazırlanmadığını anlatmaya çalışıyor bize. Yayıncısının “Kitapların olay akışlarından da bahset.” sözlerine, “asıl olay akışının görünenin ardındaki olduğunu” söyleyerek cevap veriyor (144). Aslında bu sözleri, kitabın bütününde vermeye çalıştığı ‘mesajın’ özünü oluşturuyor. Kitabın sonundaki kronolojinin üşengeç okuyucular için yazıldığını söyleyerek de son taşını atıyor Nabokov. Kronoloji, Gogol’ün ölümüyle son buluyor. Nabokov başladığı noktaya dönerek, belki de farkında olmadan Çiçikov’un briçkasının tekerleğinin simgelediği çembere gönderme yapıyor.
Bir yazarın başka bir yazarı anlatması zordur. Övmesi, beğenmesi ise deveye hendek atlatmakla eşdeğerdir. Çoğu yazar kendi yazın dünyasını en tepede görür. Ancak iyi bir okuyucu olabilmeyi başaran yazarlar ise Nabokov’un Nikolay Gogol eseri gibi ufuk açıcı kitaplar yazabilir. Kendisi de aynı zamanda kurmaca yazarı olan Nabokov, bir roman gibi yazıyor Gogol ve onun eserlerine dair düşüncelerini. Bu kitap, tam da edebiyat dünyasının klişelerinden sıkılanlar ve Gogol’ü farklı bir gözle görmek isteyenlere göre.