Harun Sönmez – Mantık-ut Tayr/Kuşdili Metaforu
İnsan, ne garip bir varlıktır öyle… Gurbettedir ya, mahzunluğunu da çelişkilerini de bağrında emzirir. Zıt şeyler koyar sofraya heybesinden. Şefeteyndir; bir eliyle göklerden devşirir, bir eliyle yerin çamurunu karar. Buraya ait olan varlığı yerini sağlamlaştırmaya çalışır; ebedilik ülkesine yerin üzerinde erişmek emeli, nefsin sonu gelmez isteğidir. Nefis, kötülük ve yokluk yurduna çağırırken ruhumuz bize rahmetin kapılarını açar. Arınmanın sırlarına eriştirir. Kuşlar misali göç ettirir; zulüm yurdundan nur diyarına. Hep yeni zamanlara uyandırmak, hep yeni yaratmanın sırlarına kavuşturmak sancısı duyulur sesinde. Ruhun sesinde, bilirsiniz, ‘ah’ vardır, aşk vardır. Yüzünde ruhun; şavkıyan ay ve güneş, inciden gözyaşları vardır.
Ruh, ten kafesinden kurtulmak, zamanın ve mekânın ötelerine çıkmak için kanat çırpan kuştur. Cafer-i Tayyar gibi susuzluğunu sonsuzluğa kanatlanarak gidermek ister. Mü’minin ruhu cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu bedenine döndürünceye kadar orada rızıklanır. Kuşların korunaklarına sığınmalıyız. Kuş gibi hafifleterek bedenimizi; kanatlanarak uçmalıyız.
Çocuklar, kuş gibi konarlar soframıza, ürkek ve sevecen ve bir gün ansızın ayrılırlar aramızdan cennet kuşları olarak. O zaman nedense zor gelmez bu ayrılık. Bilirler mü’minler, hiçbir çocuk acı çekmeyecektir: Ve hiçbir çocuk, bir daha ağlamayacaktır: Ne Halepçe’de ne Saraybosna’da ne Kabil’de ne Diyarbakır’da, ne Endülüs’te ne de Kudüs’te!
Nebi’nin dilinde kuş, soylu bir metafordur/imgedir. Peygamberler, yerin darlığından, arzın dabbesi olmaktan, göklerin genişliğine ve hep genişleyen göklerde uçmaya çağırır bağlılarını. Varlığın hikmeti onda öğrenilir; İbrahim sırlardan bir sırra, parçalanmış bilinçle dört yana savrulmuş kuşların teslimiyetinde erer. Ve o günden beri üstümüzde ne kuşlar uçar kanat süzerek. İşte geldim, der. İşte geldim, en güzel kabulle, çağrıya koştum, der. Ben, der; biz, der; verdiğimiz söze bağlıyım, bağlıyız, der. En güzel haberi taşımak için tüm çağlara ve nesillere yeniden sözleşirler. Ah, bakabilseydik biz de gerdanlarına ne ağır bir emaneti ne büyük bir onurla ve elbette ki gururla taşıdıklarını görürdük.
Biraz dikkatle bakabilirsek arzın kıpırdadığını, göklerin bir telaş içinde olduğunu, dört bir yana haberciler çıkarıldığını görürüz. Doğudan hem de Ortadoğu’dan bir muştu yayılıyor. İbrahim’in dağlara bıraktığı kuşları, Ensarın dört gözle beklediği Muhacir kuşları lebbeyk diyerek ‘yeni bir tarih şafağında’, donmuş ruhlarımızda ‘bilinç ışıklarını yakmak’, ‘evrensel vicdanın sesi olmak’ için geliyor. Evlerimizi temizleyelim. Kutlu konuklara en güzel elbiselerimizi giyerek hazırlıklar yapalım. Gözcüler çıkaralım tepelere, kapılarımız, pencerelerimiz açık kalsın. Olur ki uyuyakalırsak, kendi evine döndüğünü bilsin; kusurlu sayıp bizi gerisin geriye dönmesin. Bizler Allah’ın yardımcıları olmaya azmettik, siz ahdimizi kardeşlerimize iletin, diyelim. Hiçbir etnik saplantının, bağnazlığın tuzağına düşmeden kardeşlerimizi kucakladığımızı ilan edelim. Büyük bir ateş yakalım; kol kola halay çekelim, türkümüzü söyleyelim, bizi gelişinizle ne kadar mutlu ettiniz, cennet ne kadar yakın, diyelim.
Biliyor musunuz; “Ben size Rabbinizden bir ayet getirdim. Ben size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim, Allah’ın izniyle, hemen kuş olacaktır; anadan doğma körleri, alacalıları iyi edeceğim; Allah’ın izniyle, ölüleri dirilteceğim; yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim. İnanmışsanız bunda size delil vardır.” öğretisinden Ahmed’in muştusunu anladım. O, İbrahim’in kuşlarının, körleşmiş, ölmüş evlatlarının, nasıl dirileceğini, kardeşleri İsmail’in soyundan bayrağın devralınacağını müjdelemiştir.
Ahmed, Kuş Dili’nde böyle çözümlenmişti. Âdemin Tîn/Çamur’dan yaratılması ile İsa’nın çamurdan yaptığı kuş arasında bir korelasyon kuruldu elbet. Ahmed’in çevresinde “Bünyânen Mersus” olan ashabı tayrı, safları sık tutarak aramıza avcıların girmemesini, şayet girerse rüzgârımızın elinizden gideceğini ihbar ettiler. Sabikûn kuşlar arkadan gelenlerin rahat hareket etmelerini sağlamak için nice engelleri göğüslediler…
Güzel kul Davut arzı mev’utta konaklayan kuşlarıyla inşâ etti mabedi… Kuşlarla zikretti Rabbini… O kanat çırpıp süzülen, her biri cidden salâtını ve tespihini bilmiş olarak, dizi dizi kuşlarla tesbih etti. Dâvudî ses yankılanıyorsa yükseklerde, tespih sesi geliyorsa dağlardan orası Arz-ı Mev’ûd oluverdi tüm çağlara…
İki kanadıyla uçan bütün kuşların sahibi tertip birer ümmet olduklarını öğretti kadim bir nefes. Bu ümmetten en son Sure-i Fil’deki kırlangıç mı yoksa gizemli kuş mu adını bilemediğim bir kuşu tanıdım. Seni tanıyıncaya kadar kuşlara hiç bu gözle bakmamıştım. Söyleyin siz ebabili gördünüz mü? Bir kuşun nasıl taş attığını gördünüz mü? Atınca ötelerden bir kuvvetin o taşa kuvvet verdiğini, ivme kazandırdığını ve yüzde yüz isabet ettirdiğini gördünüz mü? İnanın ben gördüm. Turnayı gözünden vuran bir sure belki de. O kocaman fillerin nasıl yenmiş ekin yaprağına döndüğünü gördüm. Mantığımız almamıştı ilkin. Nasıl olur da küçücük bir kuş, kocaman bir fili devirir. Bu müsabakada tekniğin oyunu nasıl bozduğunu gördüm. Gönül kuşuna kurdukları tuzak başlarını yemişti. Kuşlar ümmeti, insanlığın ümmetini muştuluyordu bize adeta. Korunmalıydı O. Kâinatın yok oluşuna kadar Ahmed diye anılacak olan peygamberim doğacaktı. Emin beldede, emin bir çocuk, Amine’den dünyaya gelecekti.
Ey Süleyman kuşdilini bana da öğretir misin? Bu nutuk ötelerden geliyor değil mi? Bu Nutuk’u bana da öğret ki nutkumuzu kesemesinler. Senin şarkını güftelemek istiyorum ey Hüdhüd. “Sahi Hüdhüd sen neden burada değilsin?”[1] Avazın çıktığınca söylemek istiyorum, hem de en yüksek dağlardan ve kuş korosuyla birlikte. Yankı uyandırır değil mi Süleyman ve Davut’un kuşları? Yeryüzü konservatuarlarında senin türkünü söyleyeceğim. Tüm iliklerimden gelecek bu türkülerin sesi. Duymamak için kulaklarına parmaklarınızı da tıkasanız, çocuklarınız duyacak ey Kabil’in ardılları.
Gülüme bir name de sen götür ey kuş! O’nun mesajının dimdik ayakta olduğunu deyin O’na. Selam söyleyin benden yârime. Bir yiğidin selamı var deyin. Sevdamızı, özlemimizi, hasretimizi belirtin O’na. Gittikten sonra yine gelin ve bekliyorum sizi sizin sahnelerinizde. Siz gelinceye kadar ben çamurdan kuş yapmaya devam edeceğim İsa kardeşimle. Ve dilimde zehrâveyn ile…
Sonra çamurdan yaptığımız kuşları uçuracağım zeytin dağından. Haydi kuşçular uçurun kuşlarınızı. Unutmayın ki : “Haksız yere bir kuş öldüren insana Allah mutlaka onun hesabını soracaktır.”[2] “Her insanın kuşu (işledikleri, yaptıkları) kendi boynuna dolanacak.”[3] ve sizi öldürenler itlaf edilecek yarın. Herkes cennetini ve cehennemini boynunda taşıyorsa korkmayın uçurun kuşlarınızı.
[1] Neml- 20 [2] Nesâi, Sayd 34, (7, 239). [3] İsra-13