Hasan Arslan – Sadelik Bereketin Ruhudur
Bereketli adam, büyüğüm İsmail Üstün’e hürmetle…
Sana, bir düş ile başlayan, bir yol serüveni olarak devam eden menkıbemi, kendimi buluş sürecimi anlatacağım dedi, bir gün bana. O gün, önemli bir gündü benim için. Gerçi onunla beraber olduğum her anın tadı damağımda kalırdı. Çocuktum. Sevmeyi ve sevilmeyi bilirdim. Sevmek duygusu, içimde bir yerlerdeydi; ona dokunabiliyordum ama hakikat şu ki, sevilmeyi ondan öğrenmiştim. Huzur, rahminde bu iki kelimeyi barındırırdı. Seher vaktiydi. Ilık bir rüzgâr esiyordu. Bahçemizdeki çınarın altında, sabah namazı için serilen serginin üzerinde oturmuş göğe bakıyorduk. Kendi elleriyle yaktığı meşe odununun ısıttığı semaverdeki suyun sesi, çınar ağacının dallarına konan serçelerin sesleriyle bir olmuş, neşeli bir oyuna dalmışlardı. Küçücük ellerimi ellerine aldı. Avuç içlerimi öperek, kokladı. Kokuyu içine çekti. Babamın kokusu bu dedi. Bu koku cennetin kokusu… Cennetin kokusunun yayıldığı mekânda insânî bağlar da cennetten izler, işaretler taşırdı. Birisine, cennetin kokusunu duymasına vesile olmak, olağanüstü güzel bir duyguydu. Sevilmemin varlığımı büyüttüğü aşikârdı. Bu duygu beni ömrüm boyunca onardı.
Yalnız sana anlatacağım bu rüya ve yol macerası, aramızda ben ölünceye kadar sır olarak kalacak. Sır dostluğun özüdür. Dostluğun olduğu yerde sır, sırrın ifşa edilmediği yerde dostluk bağı vardır… Dedemin sırdaşıydım; bundan eminim. Ömrünün sırlarını benimle paylaştığını bilmem, onun gözünde çok değerli olduğumu hissetmeme vesile olurdu. Bu beni yüceltirdi. Onun tarafından önemli görünmek, kişinin kendisini, zamanını, niyetlerini, yürüyüşünü, sözünü önemsemesini sağlıyordu. Ömrümün dirliği, hayatımın bereketiydi o. Bereket, onun keder ambarı ela gözlerinden taşardı geceye. Geceleri onun koynunda uyurdum. Varlığı ısıtırdı beni… Her büyük adam, şefkatle büyüyerek şefkatin hücrelerine sindiği insandır. Muhammed aleyhisselam da dedesinin koynunda büyümüştür. Benim sana olan şefkatimin semeresini bu şehir devşirecek, ümmet devşirecek; onun için senden ümitvarım, sen gök katında kıymetli bir çocuksun derdi. O’nun bu cümleleri kıymetimin, değerimin gök katından belirleneceği anlayışının içimde yerleşmesini sağladı. O, evimizin direğiydi. Bereket onunla yayılırdı evimizin odalarına. Annem üniversite mezunu olmasına rağmen, ferasetli mü’mine bir kadındı. İnsan birisini gönülden sevince, takdir edince onun itibarına özen gösterir. Annem de dedemin itibarını hiçbir zaman sarsacak, zedeleyecek bir tavır sergilemedi, bir niyet taşımadı.
Ondan yayılan hüzün ve sadelikle yoğrulmuş huzurun kokusu, küçücük bahçemizdeki güllerin kokusu kadar güzeldi. Tanrım ne kadar bereketli bir an, dedi kendi kendine. Bu seherin kerameti olmalı. Bu seher böyledir işte yapacağını yapar insana. Böyle bir an için sana sonsuz şükürler olsun… Bereketin tohumu sabahta gizlidir evlat, dedi o gün bana. Bu tohum sabah namazıyla saçılır ömür toprağına. Sabah namazı ömrün bereketidir. Ve bir evde bereket sabah namazı vaktiyle sirayet eder odalara, eşyalara, kelimelere, niyetlere. Bereketin mübarek yüzünü görmek istiyorsanız seheri incitmeyiniz, bereketin canlandırıcı gözbebekleri yüzünüzü okşasın istiyorsanız, kuşluğa özen gösteriniz, öğleni küstürmeyiniz, bezdirmeyiniz, ikindiye akşama ve yatsıya dost olunuz. Yüreğinizi zamanın yüreğine açınız. Bana vefalı olduğunuz gibi, zamana da vefalı olunuz. Ayın, güneşin ve yıldızların dünyaya olan vefasını hatırlayınız. Vaktin size uzanan sırlı ellerine bütün merhametinizle tutununuz. Ömrüne bereket talep eden, sabahın bereketine talip olmalı. Seherin aydınlığı, varlığın aydınlığı olarak tezahür eder ve ruhumuza şifa sunup, buhranımızın sıkıntılı karanlığına ışıklı elini uzatır…
Doğumumdan itibaren, ben uyurken her sabah namazı vakti kulağıma salat ü selam getirmiş, saçlarımı okşayarak tekbirler okumuş, uykusunda mışıl mışıl uyuyan minik bebeğine. Felak ve Nâs okumuş avuç içlerine ve tüm bedenimi sıvazlayarak sevmiş beni. Adımı o koymuş. Babamın adı da ağzımın tadı… diye severdi beni. Onun getirdiği tekbir makamı biraz farklıydı. Gençliğinde Afrika’ya, Darfur’a gitmiş, o gün bana anlattığı rüyanın hürmetine. Bir rüya yollara düşürmüş onu. Müslümanlara, mazlumlara, kimsesizlere selam vermek için kısa sürede bulunduğu Darfur’un başkenti Niyela’da öğrenmiş Afrika Müslümanlarının tekbirini
Demli çayını yudumlamadan önce iri ve uzun parmaklarıyla sardığı tütününü semaverin üzerindeki köz ile tutuşturdu. Grundig marka radyosunun sol düğmesini çevirerek radyoyu açtı. Neşet Ertaş söylüyordu… Kurbanımı Afrika’ya bağışlamıştım. Kurban bayramının ikinci ya da üçüncü günü gecesi bir düş gördüm. Düşümde ışıktan bir insan bir yatağa uzanmıştı. Hafifçe bana doğru doğruldu. İsmimle hitap ederek; kurbanın kabul edilmiştir, dedi. Işık insandan yayılan ışık huzmeleri, insana rahatsızlık vermediği gibi insanın sadrına genişlik, ferahlık veren cinstendi. Sabah olduğunda o gün ilk iş olarak bağışladığım kurbanın Afrika’da nereye, hangi ülkeye gönderildiğini öğrendim merakla. Sudan/Darfur dediler. Sizin kurbanınız Darfur’a gönderilmiş ve Darfur eyaletinin Niyela şehrinde bulunan Otaş kampında kesilmiş. O zaman karar verdim kendi kendime. Bir yolunu bulup ömrümde ismini ilk defa duyduğum Darfur’a gidecek, Otaş kampındaki Müslümanlara selam verecektim.
Bir vesileyle, bir yardım kuruluşu vesilesiyle düştüğüm yolda, Otaş kampında tesadüfen karşılaştığım yaşlı babaanne, hayatımın önemli yol ayrımlarından birisiydi… Biz yeryüzünün gönlü kırık insanlarıyız. “Allah, uğrunda gönlü kırılmış insanlarla beraberdir…” mübarek kelamı bizi anlatır. Allah bizimledir… Üstelik sizlerin bizlere selam vermesi için rüyalar mı görmeniz gerekir, demişti bana… Allah’ın olduğu yerde bereket bütün gönlünü açar size. Sadelik bereketin ruhudur. Ömrünüzün bereket bulmasını istiyorsanız, sade yaşamanın yollarını arayın. Burada, bu yokluk ve yoksulluk ortamında, Otaş’ta, tebessümü unutmamış olmamız rahmet elinin üzerimizde olduğunun belirtisidir. Otaş’ta, bereketin diri olması, ömrümüzün sadeliğindendir. İşleyemediğimiz toprağımız, sadrımız, çehremiz, bu kıtlık ve sefalet ortamında soframız berekettir bizim. Ve bereket neslimize olan muhabbetimizle gösterir mübarek varlığını… Yanında onu dinleyen oniki, onüç yaşlarındaki erkek torununu işaret ederek, ümmetin çocuklarına gübre olun. Gübre olursak neslimiz gür biter, dedi… Oradan ayrılırken sevdiklerimize saksı olalım diye seslendi ardımdan. Sevdiklerimize saksı olalım. Otaş kampında selam verdiğim eşek gübresini toprakla karıştırıp saksılar yapan yaşlı kadının bu öğüdü içime ağdı… O an Allah’ın orada olduğunu düşündüm…