Hasan Harmancı – Bir Ahmet Sarı Genellemesi
Sıradan insan uygarlığın lanetidir.
John Fowles
Karşınızda Erzurum ikliminin özelliklerini taşıyan biri değil de; beden dili, hızlı el-kol hareketleri, aşırı bulunabilecek jest ve mimikleri, aşırı hızlı konuşmaları ve ardı arkası kesilmeyen fasılasız cümleleri ile birlikte kesinlikle Akdenizli biri vardır sanki. Nev-i şahsına münhasır insanların iyiden iyiye azaldığı bu çağda, Ahmet Sarı ile ilk karşılaşmanızda afallarsınız. Muhatap kalınan bu kişinin bir roman kahramanı olduğu zannedilebilir rahatlıkla. İçine beyazların artık iyiden iyiye karıştığı uzun saçlar, esmer ten, orta boy ve irice bir beden. Profilden bakıldığı zaman o hafif kamburunu sadece dikkat edenler görebilir. Zamanla eskiyip değişse de şekli her daim yuvarlak olan gözlükleri vardır; üzerinde çoğu zaman spor giysiler, ara sıra takım elbise olur.
Konuşmasındaki hız gündelik hayatına da yansımıştır. İşe giderken, fakülteden çıkarken, hızlıca toparlanır. Eğer salt bir yürüyüş değilse yapılan, amaç bir yere ulaşmaksa hızlı adımlarla gider gideceği yere. Yanındaki dostuysa eğer illaki kol kola yürür; beraberindeki kişiyi kendi yürüyüş hızına uydurur. Yürürken de konuşur, anlatır, derken yol biter. Gün cumartesiyse mesela gidilecek yer kitapçıdır, lokantadır. Pide siparişi edilir. Daha önce sipariş edilen kitaplar sorulur kitapçıya. Yüksek sesi mekândaki bakışların kendisine yönelmesine sebep olur. Daha sonra kitapçıda yeni çıkan kitaplar bölümüne, DVD satan dükkânda yeni çıkan filmler reyonuna yönelinir. Pide gelmiştir, sipariş edilen kitaplar veya yeni filmler gelmiştir; mutluluk ve heyecanla karşılanır bu gelenler. Pide hızla yenir; yeni çıkan kitaplar, filmler hızla taranır. Eve gerekli olan gereçler, aksesuarlar, objeler vardır. Uzun uzadıya araştırılır, sorulur, bilgi alınır ve aranır bu objeler. Aranan bulunur. Görev tamamlanmıştır. Aşağı yukarı her cumartesi yapılır bütün bunlar. Ama özellikle her ayın 15’ini takip eden ilk cumartesi’ye sabitlenmiştir bu işler. Kahvaltı’nın olduğu gibi cumartesi günlerinin de mutlulukla bir ilgisi vardır. Elde kitap ve evin ihtiyaçlarının bulunduğu poşetlerle birlikte dolmuşa binilir.
Eve gelinir. Asıl bulunulması gereken mekân, evdir. Poşetler bırakılıp çay demlenir. Yıkanmayı bekleyen bardaklar vardır, onlar yıkanır. Eve misafir gelmiştir, ortalık toplanır. İlk çayın ilk yudumu içilene kadar bu iş yükü süratle devam eder. Derken poşetler açılır. Alınanlar tek tek kontrol edilir. Uzun bir bekleyişin sonunda elde edilmiştir bu alınanlar; haklı bir mutluluk yaşanır. Sonrası misafir için mecburi istikamet: çay ve muhabbet. Konuşurken önemliyle önemsiz, somutla soyut, şaka ile gerçek yan yana yer alır. Aktüel olaylardan evrensel düşüncelere geçilir. Sonra tekrar aktüele dönüldüğü olur. Kavramlar, olaylar, insanlar büyük bir süratle ve birbirine geçmiş bir halde akar gider. Yıllardır felsefeden edebiyata, psikolojiden ilahiyata yapılmış olan okumaların ortaya çıkardığı derin konuşmalar, karşısındakini kendine bağlar. Bir roman kahramanı, bir filozof, tasavvufi veya semavi metinlerden kıssalar muhabbete ortak olur. Yemeğin, çayın, sohbetin, onca dünya telaşının üstüne beden yorulur. Gece yaklaşır, gün içindeki dinamizm maddi ve manevi olarak tükenir yavaş yavaş. Cümleler ve heyecan tükenir, neşe yerini hüzne bırakır. Rüyanın gerçekten daha gerçek olduğu iddiasına binaen uykuya teslim olunur.
Hayatının tam merkezinde, okuma-yazma eylemi durur. Bunlar dışındaki hemen hemen her şey ikincil veya daha aşağı bir öneme sahiptir. Gerekirse buluşmalar, ziyaretler iptal edilir; mazeretler, özürler beyan edilir. Masanın başına geçilir. Yukarıda bahsi geçen okumalar, akademik olsun veya olmasın metinlerin hızlı oluşmasına imkân verir. O an oluşturulan metin yıllar öncesinde planlanmıştır. Yıllar sonra ortaya çıkacak bir metin de dost muhabbetinde laf arasında geçebilir. Metinlerin oluşum aşamasında her hangi bir yılgınlık söz konusu olmaz. Bir metin ortaya çıkarılması gerekiyorsa çıkarılır.
Dünya macerasında yer yer çile sahne alır. Lisans yıllarında ve sonrasında kadro beklerken çeşitli çileler çekilir. Akademiye girilir fakat dil sorunu ve enstitü kadrosunda olması sebebiyle doktoranın hemen ardından fakülteden atılır. Fakat nihayetinde çile, çekmek için vardır. Belki Almanya’nın da suyunu içtiği için azim ile engeller aşılır. Dil sınavı geçilir, dönüş gene akademiyedir.
Kesinlikle yarışın varlığını inkâr eder, çizginin dışında durur. Karşısına biri rakip olarak çıktığında, yarışa dâhil olmadığını belli eder. Bu anlamda akademi dünyası ile ortak bir paydası yoktur. Dünya işlerini idame ettirme dışında akademiden, akademinin imkânlarından vs.den bir beklenti söz konusu değildir. Sonuç olarak düşmanları, yarışın varlığını kabul etmeyen Ahmet Sarı’yla savaşma mutluluğunu yaşayamaz.
İster kısa vadede, ister uzun vadede olsun planlı bir hayatı vardır. Projeler, hayaller, idealler sistematik bir dizgededir. Günlük, haftalık, aylık, yıllık diye gider bu planlar. Planlar, projeler, hesaplar aşırı uç bir seviyeye ulaşır. Öyle ki, ömür boyu sürecek olan yalnızlık bile hesap edilir.
Hayatında belirgin bir normaldışılık söz konusudur. Kuramsal ve edebi metinlerine bu kavramı konu edindiği gibi, gündelik hayatında da bol bol normal olmayan davranışlarıyla karşılaşırsınız. Fakat Sarı’nın normaldışı olarak görülen davranışları gerçekten normaldışı mıdır? Tam anlamıyla sanatçı ruhlu ve entelektüel birisi tek tipliliğe tahammül edemez. Bu anlamda Ahmet Sarı’nın normaldışı eğilimleri/halleri/tavırlarının, içinde bulunduğumuz çağın dikte ettiği bayağılığa/sıradanlığa karşı bir muhalif duruş olarak okunması gerekir. Sarı’yla tanışıklığınızın ileri safhalarında samimiyeti, dürüstlüğü ve hissettirdiği güven duygusu sebebiyle onun sıradan olana karşı nefretini ancak sezinler ve normal-normaldışı kavramlarını yeniden düşünmeye başlarsınız. Artık, normaldışı olan Ahmet Sarı mıdır, yoksa siz mi?
Derinlemesine mütevazıdır. 2000 yılından itibaren üç şiir, üç öykü kitabı, yedi akademik kitap, iki editoryal çalışma, on sekiz de çeviri kitap olmak üzere toplam otuz üç eseri bizlere sunmuş olan Ahmet Sarı’yı; dergimizin kendisine dosya hazırlayacağı bilgisini paylaşmak için aradığımda, verdiği karşılık büyük bir mahcubiyetle birlikte “dostlarımızı meşgul etmesek” oldu. Mütevazılık bu toprakların; Erzurum’un, Anadolu’nun, Ortadoğu’nun, dünyanın doğusunun hikâyesini anlatan özel ve özet bir kelime. Yayınladığı onca kitabın, onca makalenin ardından kendisi için yapılan çalışmaları yüce bir tevazuyla karşılaması, hem coşkuyu hem de hüznü aynı anda uyandırdı içimde. Evet tevazu… Üzerinde yaşadığımız toprakların hikâyesine ortak olmak, bu topraklar ile bir olmak adına başka bir hal veya tutum söz konusu değil bizler için. Geçmişte böyle olmuş, bundan sonra da böyle olacak.