İbrahim Kunt – Saraybosna’da Türkçe İlahilerle Zikir Meclisi
Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Abdullah Bosnevî için düzenlediği sempozyum için Bosna-Hersek’deyiz. XVII. yüzyılda yaşamış olan Abdullah Bosnevî’nin kabri Konya’da, Sadreddin Konevî’nin türbesinin karşısındaki apartmanların arasında bulunmakta. Arapça, Farsça ve Osmanlıca olmak üzere altmıştan fazla eser vermiş olan Bosnevî, İbn-i Arabî ve Sadreddin Konevî’nin yolundan gitmeye çalışmış, coğrafyamıza gelen önemli isimlerden biri.
Bizdeki hatırasıyla yeri apayrı olan Bosna hakkında söylenecek pek çok şey var elbette. Fakat burada bahsetmek istediğim Konya’nın muhtarı ve Konya Ansiklopedisinin yöneticisi Mehmet Ali Uz’un Bosna’daki Kâdirî Şeyhi’ni görme isteğiyle katıldığımız bir zikir meclisi. Mehmet Ali abinin aşırı ısrarı artık o şeyhi arayıp bulmaktan başka çare bırakmadı bize. Bütün çabalara rağmen Kâdirî Şeyhi bulunamadı ama cehrî zikir yapan bir Nakşî dergâhı bulundu. Akşam namazını Şeyh Hâlit Efendi’nin Nakşibendî dergâhında kılmak için acele ettik, akşam yemeğini yemeyip erteledik gene de camideki namaza yetişemedik. Kaderimiz böyle.
Yaklaşık otuz kişiyiz. Ali Osman Koçkuzu’nun arkasında cemaat olup akşam namazını eda ettikten sonra camiden ayrı, büyükçe bir salona alınıyoruz. Çayımızı yudumlarken Şeyh Halit Efendi içeri giriyor, selam verip başköşeye oturuyor. Uzun boylu, sakallı, cübbeli, elli yaşlarında yakışıklı bir adam. Önce kendini tanıtıyor, hayat hikâyesini kısaca anlatıyor. Sırplara karşı yapılan savaşta kolordu komutanı olduğundan bahsediyor. Bir paket sigara çıkarıp, içmek için âdet üzere izin istiyor, pek de beklemeden yakıveriyor cehennemliği. En yaşlı ve sigaraya en çok düşman olanlarımız şeyhin yanında oturuyor ama ağızlarını açıp tek kelime bile edemiyorlar.
İlim Yayma Cemiyetinin Saraybosna’da okuyan öğrenciler için hazırladığı yurtta kalan bir öğrenci bize tercümanlık yapıyor. Aksi halde anlaşmak pek mümkün değil. Nakşîlerin nasıl cehrî zikir yapabildiklerini soruyoruz hemen. Dört tarikattan, Nakşî, Kadirî, Halvetî ve Çeştî tarikatlarından icazet aldığını söylüyor. Her hafta sadece Cuma akşamları camide toplanıp cehrî zikir yaptıklarından, diğer günler ise hafî zikrettiklerinden bahsediyor.
Abdestler tazeleniyor, yatsı ezanı okunuyor, camiye geçiliyor, genç bir imamın arkasında namaz kılınıyor, fatih ise Şeyh Halit Efendi. Hepsi Hanefî olan cemaatin, bizden hiçbir farkı yok. Önceden bizim camilerimizde kâmet getirilmeden üç ihlâs okunurdu, bu adet artık bizde yok ama onlar hâlâ devam ettiriyorlar. İmamın ağzı çok düzgün, iyi bir eğitim aldığı belli.
Tesbih çekilip dua edildikten sonra Şeyh Efendi camiden çıkıyor; muhtemelen bir bardak çay içip abdest tazeleyip, on dakika sonra, geri dönüyor. Bu sırada biz camide kalıyoruz ve hepimize birer Osmanlı fesi dağıtılıyor. Bu tarikatın en önemli belirteci kafaya fes giymek herhalde, diye bir düşünce oluşuyor kafamda.
Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve salât-ı şerîfelerle zikir başlıyor. Şimdiye kadar duymadığım bir makamla söylenen salavât-ı şerîfelerin söyleniş tarzına çabucak alışmak zor. Herhangi bir enstrüman kullanılmıyor sadece birisi ilâhî söylüyor, tutulan ritme göre Hû, Hay, Allah, Lâ ilâhe illâllah zikirleri hep beraber ama oturulan yerden kalkmadan söyleniyor. Burada Türkçe bilen bir kişi bile yokken ilahilerin tamamının Türkçe söylendiğine kulak kesiliyorum. Sonlara doğru tekrar salavât-ı şerîfeler ve Kur’ân-ı Kerîm tilâvetinden sonra Şeyh Efendi’nin yaptığı Arapça-Boşnakça uzun bir dua ile zikir bitiriliyor. İlâhîleri okuyana Türkçe bilip bilmediğini soruyoruz, bilmediğini söylüyor. O uzun Türkçe kasîdeleri ve ilâhîleri bu kadar güzel okumasına hayret ediyoruz.
Tekrar cami avlusunun diğer kenarındaki salona alınıyoruz. Asıl sohbet şimdi başlıyor. Saat gecenin biri; bizim gruptaki yaşlılar çoktan otele gidip uyumuşlar bile. Şeyh Halit Efendi yine sigara paketini çıkarıp uzatıyor, birer tane yakıyoruz. Şeyhin sigarasından içmek de öyle herkese nasip olmaz yani, diye geliyor aklıma.
Şeyh’e ilâhîlerin Türkçe olduğunu, bunun bizim burada olmamızla bir ilgisinin olup olmadığını soruyorum, hayır diyor, bizim ilâhîlerimiz her zaman Türkçe okunur. Sonra ne tür faaliyetler içinde olduklarını soruyorum, raflardaki kitaplardan birkaç tanesini indirip gösteriyor, önemli tasavvuf klasiklerinden bir kısmını Boşnakçaya çevirip yayımlamışlar. Yayım faaliyetlerinden uzun uzun bahsediyor.
Hepimizin karnı aç, arka arkaya çay geliyor, içiyoruz; derken sanki bizim aç olduğumuzu anlamışlar gibi herkese birer tabak et ve ekmek geliyor, silip süpürüyoruz ne varsa. Yemeğin ardından illâ ki çay. Şeyh Halit Efendi çok hoş sohbet, güler yüzlü, iyi niyetli, mütevâzî biri. Herkes elini öpüyor, biz de elini öpüp dualaşıyoruz, otele gitmek için ayrılıyoruz. Hafiften yağan yağmur altında yürüyoruz, içilen onca çayın ardından uyku ne mümkün…