İlker Aslan – Sis
Yazılan
Sis böldü geceyi. Kapısını çaldı mahalle sakinlerinin tek tek. Mahallenin sakinliği kalmadı. Göz gözü görmedi. Sanki tanrı göz bağı çekmiş her birine. Gecenin bir yarısı Bakkal Rüştü fırladı sokağa. Gözleri kan çanağı. Sis böldü geceyiiiiiii, diye inletti çığlığı ortalığı. Neyin nesiydi bu sis şimdi? En son ne zaman vurmuştu böyle şehre? Ne zaman tıkamıştı insanların nefesini? Çok zaman oldu. Çok zaman… Ama zaman çabuk geçer böyle yerlerde. Daha dün Balıkçı Rıza’yı yuttu deniz. Gencecik adamdı. Gencecik değildi, diye itiraz etti Bakkal Rüştü sözlerime. Yetmiş yaşında idi ve sis böldü geceyi, diye bağırdı yine kulaklarımı patlatırcasına.
Balıkçı Rıza için bir göz açımı idi hayat. Evveliyatından beri bu işi yapardı. Babası yollamış zamanında mektebe ama okumamış. Haylazlığından değil, sessizliğinden, sakinliğinden okumamış belki de. Etliye sütlüye karışmazdı Rıza. Belki de bu yüzden gidişi de sessiz oldu. Deniz yutmuş dediler ya, o da belli değil. Çıkmadı cesedi bir yerden Rıza’nın. Kayığının parçalarını buldular denize açıldığı yerden birkaç kilometre ötede. Kıyıya vurmuş parçalar. Polisler geldi. Deniz polisi, dalgıçlar… Aradılar aradılar ancak bulamadılar cesedini. Rıza’yı deniz yutmuş dediler ondan sonra. Öyle gelmiş öyle gitti. Karısı, çocukları kabullenmiş durumu erkenden. Aramamış kadın kocasını bir daha. Aramamış çocuklar babalarını bir daha.
Sis bölmüş Rıza’nın da gecesini. Sonra, işte, o gece almış götürmüş Rıza’yı deniz. Denizin karasıyla dalga mı geçiyorsun sen? Etme, demiş karısı önceleyin. Çıkma, demiş. Rıza dinler mi? Sessizliğinin, suskunluğunun içinde var bir asilik Rıza’nın. Babası da bilmiş ya bunu, ondan almış onu yanına küçük yaşta. Denizi tanısın, bilsin istemiş. Evliya adammış doğrusu Rıza’nın babası da. Onun da adı Rıza. Dört kızın üstüne gelince beşincisi, Baba Rıza ant içmiş, el basmış Kuran’a, Bu seferki erkek olursa, onun da adı Rıza olsun, demiş. Takdir-i ilahi. Allah vermiş bu sefer erkek evlat. Baba Rıza’nın babaannesi dermiş, Allah’tan hiçbir şey eksik olmaz, diye. Baba Rıza bunu kulağına küpe etmiş, Allah’tan dilemiş hep. Kızlarından ikisi veremden ölünce…
Veremden değil, Veremden değil, diye itiraz etti Bakkal Rüştü dediklerime. Aldırmayacağım şimdi. Ne diyordum? Kızlarından ikisi ölünce hastalıktan, hem de aynı gece, hem de peş peşe, çıldırmış Baba Rıza. Vurmuş evin kapısını çıkmış gitmiş. İçki masalarında kaybetmiş kendini diye dedikodular yayılmış ama inanmamış mahalleli buna. Bilmezmiş kimse nereye gitti diye. Bir vakit ortalıkta görünmemiş ya kimisi deniz aldı onu demiş, kimisi sis böldü gecesini. Deniz falan almamış. Anlaşılmış çok sonra. Baba Rıza çıkagelmiş bir gece vakti. Sis varmış geldiği gecede de. Sis bölmüş gecesini. Dumanların arasında çalmış evinin kapısını. Karısı açmış, almış içeriye. Rıza görmüş babasını. Ses çıkarmamış. Karısı ses çıkarmamış. Kimse bir şey dememiş. Neredeymişsin Rıza, diye sormamış hiçbiri. Hiçbir şey eskisi gibi olmamış. Kimse konuşmamış. Kimse zaten konuşmazmış o evde. Dilsiz Rıza’ya çıkmış adı bir süre sonra. Balığa çıkmış Dilsiz Rıza. Denize çıkmış. Bir vakit, tıpkı şimdisinde zamanın, oğluna olduğu gibi, denizde bulmuşlar parçalanmış teknesini. Ah be Dilsiz Rıza, vah be Dilsiz Rıza diye ağıtlar yakılmış denize. Giden gelmez. Dilsiz Rıza’dan da umudu kesmişler vesselam. Kimse aramamış. Altı ay sonra vurmuş kıyıya cesedi. Babasının cesedini bulmuş Rıza. Kimse bilmezmiş. Kimseye söylememiş. O gün tuttuğu bütün balıkları salmış denize Rıza. Babasının cesedini almış kayığa. Bakmış bir vakit. Yanaşmış kıyıya. Kayalıklara. Ufaktan bir kaya almış kayığa. Bağlamış babasının bacağına bir ip. İpin öteki ucuna da taşı bağlamış Rıza. Açılmış sonra denize yeniden. Açılmış iyice. Kayıktan usul usul suya bırakmış sonra babasını. Babasını değil, taşı bırakmış Rıza suya. Allah biliyor ya, babası değilmiş suya bıraktığı. Taşmış sadece. İçi rahatmış Rıza’nın. Altı ay sonra gelen cesedi ne yapsaymış. Sen ne bildin bunları, diye itiraz etti bana Bakkal Rüştü. Bu sefer ona aldırmadım. Kulağımı patlatırcasına bağırdı, Sis böldü geceyiiiiiiiii.
-Buradan sonra gözlerimi Bakkal Rüştü’nün üzerinden çektim. Hatta sildim Bakkal Rüştü’yü bir çırpıda. Çizdim üstünü. Dur şurada be adam. Dur şurada. Ben seni unutmadım. Sis seni mi böldü sadece? Senin gecen değil bu gece. Ah bu gece! Ah, ne olduğunu bilmediğimiz akşamüstleri.-
Akıbeti aynı olmuş ya boşuna değil. Bir gece, gene sis sarmış dört bir yanı. O gece gelmemiş işte eve Balıkçı Rıza. Derler ki babasını denize attığı yerde alabora olmuş kayığı. Öyle demezler. Bilmezler ki babasının ayağına taş bağlayıp taşı denize saldığını. Derler ki üç beş tane balık için denizin karasına karışmış. Kimse aramamış, sormamış bir daha. Babasının kaderi gelmiş bulmuş Rıza’yı da. Arkada başka Rıza kalmamış. Yetmiş yaşında değilmiş. Daha otuz yedi imiş yaşı, belki daha da genç. Ama geç kalmamış Rıza. Zamanı erken işlemiş biraz. Arkada başka Rıza kalmamış, evet. Kızları, o gecenin akşamında, evden çıkarken, köstekli saatini yanına almadığını görmüşler Rıza’nın. Zamansız gelmesi bundandır zamanın, diye düşünmüşler sonra. O vakit bu vakit sis vardır sokaklarda. En son bu zaman vurmuş sis böyle, şehre. En son bu zaman tıkamış insanların nefesini. Çok zaman olmamış. Kimse köstekli saat kullanmamış sisten sonra.
Söylenen
Sis böldü geceyi. Bir çığlıkla fırladım ki yataktan… Açtım kapıyı, zifir karanlık. Açtım da attım kendimi dışarıya. Karanlığa karışmış sis. Yazdı bir kalem olanı biteni. Sustum, dinledim bazen. Bazen bir şey diyemedim. Bazen susturdu, itiraz edemedim. Oysaki vardır her âdemoğlunun bir bildiği ve hepsi söylemek ister zamanı geldiğinde bildiklerini. Anlaştık en sonunda.
Ben sana karışmayayım, dedim, sen de bana ver sesimi, sözümü, söyleyeceklerimi.
Kader, dedi bana.
Kader, insanın, kendi acizliğini örtmeye çalışmasının bir yoludur sadece, dedim.
Kaderini kendisi yazar insan. Önce Allah yazar tabi. Ama insan koyu renk kalemle geçmeyince üstünden; yazılan, yazıda kalır sadece. Bak ben bir şey dedim mi? Sis böldü geceyi diye bağırdım mı ulu orta, kulağının dibinde. Yok. Ama sen öyle dedin. Sen öyle yazdın. Sen öyle söyledin. Çizdin üstümü bir kalemde. Çizdin, karaladın. Karaydı hepsi. Karanlıktı. Bak, sesim soluğum da çıkmıyor artık ama bilirim sistir bu geceyi bölen. Ne çok kaçmışız oysa. Ne çok kaçmışız evvela kendimizden! Bırak da anlatayım. Hem kendi babamı anlatayım biraz da. Yapıp ettiklerimi. Sis geceyi bölmeden evvel, yani sis geceleri kesip atmadan evvel ortadan ikiye, kimsede bağırtı çağırtı olmazdı. Bir gece vakti sis geldi kapıya. O zaman daha on beş mi idim, on yedi mi idim, bilmem. Takvimden haberimiz mi var ki. Doğumum ocak mıydı, şubat mı… Ocak da değildi belki ama ben martta gitmeden evvel, henüz mart gelmeden evvel bölmüştü geceyi sis. Çıkınıma doldurdu azığı anam. Ben, anam çıkınıma azık doldurdu niyetine yedim onları bir vakit. Anamı sis almış gitmişti oysaki çok zaman önce. Daha memesinden süt emerken, sis aldı götürdü onu. Öksüz kaldım ama ses çıkarmadım. Durumu kabullendim. Ne diyeceksin, çare olur mu söylediklerin sanki. Babam, çok kalmadı yalnız. Üvey ana getirdi bir tane. Kötü kadın değildi, aslı gibi olmuyor ne kadar da olsa. Kardeşler geldi. Bir iki üç dört beş! O zaman anladım artık yalnız olduğumu. O zaman, yavaş yavaş yalnızlığım hızlandı. Bazen, insanın etrafı kalabalıklaştıkça yalnızlaşırmış kendisi. Öyle oldu. Ses, söz çoktu ya, ben giremedim içine hiçbirinin.
Bir gece, sis çöktü mahalleye. Analığım arka kapıdan bağırdı bana, koştum gittim yanına. Bir leğene su koymuş, çamaşır yıkayacak. Sisten suyu göremez olmuş. O kadar basmış ki sis, kör olmuş. Koşa koşa gittim anamın mezarına. Analığımı oracıkta öylece bıraktım. Siiiiiiiis, diye bağırdım yol boyu. Anamın mezarının üstüne mektep yapmışlar. Siiiiiiiiiiiiiis, diye bağırdım. Balıkçı Rıza gördü beni, tuttu kolumdan. Anlamış besbelli olanı biteni. Gidelim, dedi, Eskisi gibi olmaz bir daha. Hem buraların tozu toprağı karışmış birbirine. Bulamazsın arasan da. Kalktık, yola koyulduk. Rıza balığa gidecek. Elinde yeni onardığı ağı. Gidelim, dedi ya, istemedim. Vurdu yola tek başına. Rıza, hep tek başına giderdi. Yine öyle gitti. Sonra gelmedi Rıza. Sonra Rıza’nın haberi geldi. Sonra Rıza’ya ahlanan vahlanan olmadı. Cesedi çıkmış denizden. Gene de olmadı. Karısı, çocukları çabuk unuttu dediler ya, öyle değildir. İnsan bir kere yaşadı mı, bir yaşanan bir kere hatıra oldu mu, silinmez kolay kolay zihinden. Koca bir taş çıkarmışlar denizden. Taş, bir ipe bağlı. İpin iki ucu var, birinde Rıza’nın bir bacağı, ötekinde Dilsiz Rıza’nın bir bacağı. Aynı taşa bağlı baba oğul. Hangisi hangisini salmış denize bilinmez. Kimse bilmemiş. Sen bakma yazılana. Yazılanların çoğu yalandır. Çoğu hikâyedir. Hikâye nedir sahi?
Gerçek değildir. Bak Rıza’ya, bak Dilsiz Rıza’ya. Denizin karası nicedir saklamış da vermemiş mi en sonunda onları da? Deniz, pislik saklamaz, derdi babam. Deniz, kendinden olmayanı barındırmaz içinde. Er ya da geç vurur onu da kıyıya. Ama toprak öyle mi? Şimdi bilsem anam neresindedir şu betonların. Bilinir mi…
Sis sardı sonra geceyi. Kan ter içinde uyandım. Gittim çaldım Rıza’nın kapısını. Karısı açtı.
Rıza yok, dedi.
Rıza nasıl olmaz, dedim.
Rıza nicedir yoktur abi.
Rıza daha dün burada değil miydi, diye sordum.
Rıza daha dün burada değildi abi. Sen de burada değilsin ki.
Rıza’nın karısı söyledi. Sisin içinde sesimi kaybettim önce. Sisin içinde koştum saatlerce. Sonra yeşil bir kapı gördüm gecenin içinde, parlak yeşil bir kapı. Kapıyı açtım, içinde onlarca ayna. Hiçbir şey göstermeyen aynalar. Sonsuzu gösteriyorlar sadece. Bakabildiğim kadar uzağa baktım. Sonradan fark ettim. Bir daha baktım. Bir daha. Bir daha. Aynaların hiçbirinde yoktum. Tek tek baktım. Gene yoktum. Hohladım bir tanesine. Sesi çıkmadı aynanın. Sessizliğimiz karıştı birbirine aynalarla. Derin bir nefes aldım. Derin bir nefes aldığımı sandım. Açtım kapıyı. Karıştım sise. Hiç kaldı geriye. Sis boğmuştu geceyi bir kere. Sis böldü geceyi bir kere. Köstekli saatler, o gün bugün gece yarısında bekler.