Köksal Alver – Ev Halleri
İnsan için vazgeçilmez bir mekân olan ev, onun dünya üzerindeki tecrübelerinin tanığıdır. Ev, insanla beraber vardır. İnsan, ev-li bir varlıktır; ev-siz-lik sosyo-kültürel bir varlık olan insan için mümkün olmayan bir haldir. İnsan tıpkı bir giysi gibi, bir deri gibi evi giyinmektedir. Ev, insanı açıklayan, onu şekillendiren, ona izafe edilebilecek en temel kavramlardan biridir. İnsanı çepeçevre kuşatmıştır çünkü; insan ev ile anlam bulmakta, kendini ev bağlamında inşa etmektedir. İnsan eve yapışmış bir varlıktır; her hücresinde evin yankısını duyar. Ev, hem mekân hem hayattır. Ev hem muhit hem insandır.
Çok yönlü, çok katmanlı bir gerçekliktir ev. Mimari, tarihsel, sosyo-psikolojik,dini vb. pek çok yönü ihtiva etmektedir. Her bir yön ise kendi içinde çok yönlü çağrışımlara ve anlamlara sahiptir. Bütün bu özelliklerle birlikte ev, büyük bir simge olarak hayatta yer almaktadır. Evin mimari üslubu kadar içerdiği hayat, evin toplumsal içeriği kadar maddi yönü de önem arz etmektedir. Evlerden evlere farkın oluşması, her evin kendi özelinde bir anlam bütünlüğüne sahip olması böyle açıklanabilir.
Ev bir haller ve hayatlar manzumesidir. Evden eve, evin odalarından duvarlarına, bahçesinden sosyal evrenine kadar farklı haller, farklı durumlar evin gerçeğini meydana getirir. Bir yuvadır ev elbette, en yalın haliyle bir yuva. Bir barınak, bir sığınak, bir muhittir. Yuva ihtiyacı, insanın hem biyolojik anlamda hem de kültürel varlık olarak hayatının devamı açısından kaçınılmazdır. İnsanı var kılan yuvadır; yuva edinebildiği, yapabildiği için insan hayatta kalabilmiştir. Bir barınak olma yönüyle ev, kişinin aile hayatı içinde kendini olumsuz dış faktörlerden korumasına dönük bir işlev üstlenir. Biçimi ve nitelikleri ne olursa olsun ev, ana rahmini çağrıştırır. İnsanı sarıp sarmalayan, onu koruyan, onu besleyen, tüm tehlikelerden uzak emin bir yerde onu büyüten ana rahmi gibi ev de insan için vazgeçilmezdir.
Toplumsal hayatın kurulması için ev gereklidir. Ev toplumsal hayatın temel bir cüzüdür. Birlikte yaşama pratiğinin hayattaki karşılığıdır. İnsan ilkin evde öğrenir birlikte yaşama deneyimini. Evin yorumunda birlikte yaşama, aile hayatı kurma öne çıkar. Ailenin insan hayatındaki merkezi ve vazgeçilmez önemi, insanı zorunlu olarak aile hayatı kurmaya yönlendirmektedir. İnsan bir aile ortamına doğmaktadır; aile ise bir evde teşekkül etmektedir. Ev, ailenin varlığına ilişkin en önde göstergelerden biridir. Aile ile birlikte ev kavramı doğrudan insan zihninde çağrışım bulmaktadır.
Ev mahremiyettir. Ev, insana başkalarından uzakta kalmayı, saklanmayı, gizlenmeyi sağlar. Böylece insan öteki ile mesafeli bir ilişki kurma imkânına ulaşmış olur. Bir mahremiyet alanı olan ev, insanın kendisi olduğu, kendisine karşı hesapsız olduğu ender mekânlardan biridir. Aile ortamında bireyler arası mesafe iyice yok olmuştur. Dışarıya karşı mesafe alabildiğince korunmasına karşı ev içinde yok olmuştur, en aza inmiştir. Kişinin bütünleşebileceği, kendine ayna kabul edeceği, tüm yalın haliyle kendi olabileceği ender mekânlardan biri hatta tek mekândır ev.
Ev değerler ortamıdır; belli başlı değerlerin öğrenildiği, yaşandığı, hayata geçirildiği, hayatın ana yatağı olarak kabul edildiği ilk sahadır. Hayat evde edinilen değerler ile dışarıdaki değerler dünyasının çarpışmasından, karşılaşmasından oluşur zaten. Hayat, değerlere paralel bir şekilde akıp gider. Bu ise evin önemini, merkezi yerini bir kat daha arttırır. Ev, birçok değerin öğrenildiği, tecrübe edildiği mekân olmasının yanında kendisi de bir değer olabilmektedir. Bu durum özellikle eve bağlanma ile açığa çıkmaktadır. Ev ile duygusal bir ilişki kuran insan, evini terk etmek zorunda kaldığı durumlarda gerçekten büyük bir üzüntü yaşar. Evi terk etmek bir anlamda hatıraları, yaşanmışlığı, birikimleri terk etmek anlamına gelmektedir. Evini terk eden insan büyük bir ıstırap duyar.
Evi tamamlayan insandır; onu hayata getiren, onu bir hayat aktörü kılan insandır. Dolayısıyla kişiler evin önemli bir gerçeğidir. Evin bireyleri, komşular, akrabalar ve farklı toplumsal ortamlar evin iklimine dahildir. Anne, baba, dede, nine, çocuklar, akrabalar, komşular ve diğer kişiler ev hayatının merkezinde yer alır. Her bir kişinin ev içindeki çağrışımı, değeri, karşılığı ise farklı olabilir.
Evler bir yönüyle eşyalarıyla vardır. Her ev eşya barınağıdır aynı zamanda. Evlerdeki eşyalar; dolaplar, mobilyalar, çerçeveler, kitaplıklar, bardaklar, tabaklar, sandalyeler, halılar, avizeler, perdeler, giysiler, biblolar vb. nesneler, evdeki hayatın vaz geçilmez elemanıdır. Çünkü tıpkı evin sakinleri gibi eşyalar da o evdeki hayatın vazgeçilmezleridir. Hayata katılır, hayatın tam da merkezinde yer bulur eşyalar.
Ev bir yaşam alanı olduğu gibi bir sohbet meclisidir. Ev, sohbetin sarıp sarmaladığı, duvarlarını, odalarını, boşluklarını nefesiyle donattığı bir mekândır. Kâh ev bireyleri arasındaki sohbetler, kâh misafirler ve davetliler arasındaki sohbetler evin canlı bir aktör olmasının ince bir yoludur aynı zamanda. Sohbetin olmadığı ev, kendine gömülü bir şekilde ölümü çağırmaktadır.
Neden insanın en hasbi tanığıdır ev? Ev, gerçekte hayattır çünkü; Türk insanı, evinin adını ‘hayatlı ev’ koyarak ne büyük isabette bulunmuştur! Hayat ve ev! Hayata ev kadar yakışan başka bir mekân var mıdır? Hayatı tüm halleriyle içine alan, kuşatan, bağrına basan, kucaklayan başka bir mekân bulunabilir mi? Cami mi, mektep mi, çarşı mı, eczane mi, hastane mi? Hangi mekân hayatı çepçevre kuşatmaktadır, ev dışında? En hasbi tanık oluşu bu şekilde anlaşılamaz mı evin? Çünkü ev, insanın en temel, en yalın, en yakın zorunlu mekânıdır. İnsan ev ile bir toplumsal ve kültürel varlık haline gelir. Ev ile başlar; evde gözünü açar: hayatı evden tanımaya başlar. Ev, ilktir; belki bundan dolayı değişmez bir ilkedir; her zaman var olmuştur, var olacaktır.
Bir tanık olarak ev, insanın tarihini takip eder. İnsan nerede ise ev oradadır. Sanki insan evini de üzerindeki hırka, aba gibi taşımaktadır. Öyle ki, insanın uzun-ince ve oylumlu yürüyüşü, evleri kat etmektedir; evden başlamakta, evde bitmektedir. Ev, her tabaka, her inanç, her kültür ve medeniyete mensup insanın peşi sıra gelir. Onu takip eder, onu evirir çevirir; yolunu-yordamını hazır eder. Her ırkın/kavmin, medeniyetin, toplumun, kültürün ve de alt-kültürün kendine özgü evi olur. Her medeniyet kendine özgü ev yapar; evi giydirir. Kültür, inanç, gelenek evi giydirir; evi biçimlendirir. Evin fonksiyonlarını, özelliklerini, hayata dahil olacak uzuvlarını ve ruh iklimini belirler. Ev, fizikî bir nesne olmasının yanı sıra, daha önde bir kültür ve medeniyet göstergesidir. Simgedir, semboldür: metafordur. Kendinde pek çok şeyi taşır, gösterir. Eve bakan, evin sahibini yani hangi ruh ikliminin, inancın, kültür ve medeniyetin insanı olduğu görür.
Zaman içinde hem biçimsel hem de niteliksel açıdan çok farklı evlerin yapıldığına tanık olur insan. Çadırlar, kerpiç yapılar, buz evler, saz örgü evleri, kulübeler, alaçıklar, toprak evler, ahşap evler, konaklar, köşkler, yalılar, şatolar, apartmanlar, gökdelenler, residencelar, siteler, stüdyo daireler gibi birçok farklı ev tipi, evin kısa-uzun tarihinde görünür. Her bir ev farklı bir hayata karşılık gelir. Her evin kendine özgü bir yaşantısı vardır. Konak’taki yaşam ile gecekondudaki yaşam yahut apartman dairesindeki yaşam ile hayatlı evdeki yaşam arasında önemli farklar vardır. Gerek mimari tarzı ve biçimi gerekse ilişki ağı, zaman içinde kazandığı anlam, eşyaları, maddi ve manevi değeriyle ev, bir dünyayı, bir hayat algısını ifade eder durur. Ev biçimi ile hayat tarzı arasında doğrudan bir ilgi vardır. Evin biçimsel özellikleri, müştemilatı o mekândaki hayatı etkilemektedir. Ev ve evin sakinleri, birbirlerini karşılıklı olarak etkilemektedir.
Evin belli bir yaşam tarzını dile getirmesi, ev ile millet arasındaki bağın daha rahat kurulmasına izin vermektedir. Her millet kendi evini inşa etmekte, evleriyle kendini inşa etmekte ve göstermektedir. Milletlerin kültürü, zihniyeti, hayat anlayışı, evlerine yansımaktadır. Çünkü biçim, kültürdür, kültüreldir. İnşa bir biçimle olur; biçime yön veren ise inançtır, zihniyettir, algıdır. Evin biçimi, sosyo-kültürel katmanların tamamına ışık tutar. Örneğin Türk evi, Alman evi, İslam evi, Amerikan evi gibi tanımlamalar aynı zamanda bir yaşama kültürüne ve bir hayat tarzına işaret etmektedir. Evin biçiminde ve türündeki farklılaşma, ayrışma, çoğullaşma hayat tarzlarının farklılığına ve ayrışmışlığına işaret etmektedir. Tarih boyunca farklı milletlerin çok farklı evler yaptıkları görülmektedir. Coğrafi şartlar, iklim şartları, gelenek, görenek ve inançlar evin gerek mimarisini gerekse iç hayatını doğrudan etkilemiş ve biçimlendirmiştir.
Tarihsel süreçte, ev farklı biçimler kazanır. Toplumlar, kültürler ve inançlar arası bir karşılaştırma, ev biçimlerinin ne kadar farklı olduğunu göstermeye yeter. Söz konusu fark, aynı sosyo-kültürel ortamda da görülebilir. Aynı toplum, tarih boyunca farklı farklı evler inşa edebilmekte, her bir ev farklı anlamlar yüklenebilmektedir. Bu durumun anlaşılır bir yönü var elbette; o da her çağın yeni anlayışla kendini var etmesi ve bunu tüm hayata yansıtması gerçeğidir.
Evin tarihi, o uzun, hayli zengin, hayli değişken tarihi, bir bakıma toplumların ve insanın tarihidir. Evin tarihinde insan ve toplumun hep sıcaklığını koruyan ve dokuyan dönüşümünün izleri vardır. Evin çatısında, duvarlarında, odalarında, ocağında, sofrasında, koltuklarında, sedirlerinde, biblolarında, avizelerinde, pencerelerinde ve perdelerinde hep insanın hayali, nefesi, bakışları, umudu, kaprisi, günahı, iyilik dokunuşları izlenir. Evin her yerinde insanın kokusu, korkusu, aşkı, hüznü, kederi, neşesi, sevinci görülür. Evin tarihi, süreğen bir tanıklığın tarihidir. İnsan ve toplumun sırdaşı, kucağı olan ev, onun en yalın, en hesapsız tanığıdır. İnsanın yaptığı, söylediği evde yankılanır. Bu bakımdan ev insanının dönüşümün tanığı ve tarihidir. İnsan ve toplum dönüştükçe ev de dönüşür; ev insanın hayat tarzını takip eder, hayat tarzına tanık olur ve onu yansıtır, onu anlatır.