Maraş’tan Edebiyata… Ömer Erinç İle
(Hazırlayan: Mustafa Köneçoğlu)
Özellikle küresel vurgunun köye dönüştürdüğü dünyada gelişen iletişim ve enformatik ağla eğlencenin nesnesi haline gelen insana bulunduğum yerden bir hatırlatma yapmak istedim. Buradan insanımızı kuran ona yön gösteren yazarların ve şairlerin gündeme gelmesine yönelik bir takım çalışmalar gerçekleştirdim.
Sayın Erinç, Edebiyat Dergisi’nin edebiyatımıza kazandırdığı isimlerden birisiniz. Nuri Pakdil’le ve Edebiyat Dergisi’yle karşılaşmanız, tanışmanız nasıl oldu? Öncelikle buradan başlasak…
1970’lerin ikinci yarısında lise öğrencisiyken, Nuri Pakdil adını ilk kez duydum. O dönem birlikte aynı okula devam ettiğimiz Ali Karaçalı ve Kamil Aydoğan Edebiyat Dergisi’nin sürekli izleyicileri olarak Edebiyat’ı tanımamda etkin rol oynadılar. O zamanlar gelen her sayıyı heyecanla bekler ve derginin her tarafını cize çize okurduk. Edebiyat dergisindeki şiirler ve diğer yazılar bir yandan hayatı anlamama katkıda bulunurken diğer yandan da bendeki yazma arzusunu biçimlendirerek kışkırtıyordu.
Nuri Pakdil’in ve derginin sizin edebiyatçılığınız üzerindeki etkisi için neler söylemek istersiniz?
Edebiyat Dergisi’ndeki yazar ve şairlerin yazdıkları gibi yazmak o dönemin şartları içerisinde herkes için önemli bir olaydı. 1975’li yıllardan sonra dergide ürünlerini yayımlamaya başlayan arkadaşların birçoğu 20’li yaşlarındayken gençlik heyecanlarına kapılmadan, öğretisel bir yaklaşımla hayata dokunan şiirler ve yazılar yayımlıyorlardı. Dışarıdan bir bakış, yayımlanan bu şiirleri ve yazıları olgunluk yaşlarının ürünleriymiş gibi algılamaktaydı. Hatta o günlerin ünlü şanlı yazarlarıyla karşılaşan bu genç arkadaşlara kimi şairler, mesela ilhan Berk bunlardan biridir, biz de sizleri elli altmış yaşlarında insanlar olarak görüyorduk diyerek bir itirafta bulunmak zorunda kalmışlardır. Öylesine yetkin ürünler veren bu genç arkadaşların şiirlerini, öykülerini ve diğer yazınsal ürünlerini okuyup da heyecanlanmamak o günün şartlarında mümkün değildi. O zamanlar Nuri Pakdil, yazıda görülmedik keşiflerle okurun karşısına çıkarken günlük hayatında da yazıdaki keşiflerini eylem diline dönüştürerek aktarmanın çok önemli bir aktörüdür. Nuri Pakdil’de, dini olanın saygıya ve öğrenilmeye layık olduğu bilinci her zaman baskın haldedir. Söylediğimi açıklamak noktasında kısacık bir anekdotu aktarmak isterim. 82’li yıllarda bir gece Erenköy’deki Çobanyıldızı sokakta bulunan evde Nuri Pakdil’le birlikte üç arkadaş gecenin geç saatlerine kadar söyleştik, artık kalkış zamanımız yakındı ki, Nuri Pakdil elinde Riyazüs Salihin ciltleriyle odaya girdi. Kendine mahsus bilinç ve okuma tarzıyla bizlere hadisi şerifleri okumaya başladı. Odada bulunanlardan birisi, ayağını ayak üstüne atarak aymazlık yapınca; ‘biz burada ayı oynatmıyoruz beyler’ deyiverdi ve kitabı kapatarak odasına çekildi. Bu durum karşısında bize gecenin o saatinde evden çıkarak gitmek kaldı.
Usta’nın bu dikkat ve samimiyeti yazınsal ürünlerin ciddiyetiyle birleşince edebiyat çok daha kuşatıcı bir olguya dönüşüyor sanırım.
Aslında bir dönemin vicdanı ve tanığı olarak Edebiyat Dergisi’ni tanımak benim için her şey den önce bir onur vesilesidir. Çünkü Edebiyat Dergisi yazınsal ve eylemsel planda dünyada bir tavır dili geliştirmenin adresi olarak ortaya çıkar. Bu dergide yazmak demek, aynı yöne bakmanın, aynı değerleri benimsemenin yüzde yüz yerli ve de evrensel bir bakış açısına sahip olmanın mihengi olarak belirginleşir. Edebiyat Dergisi’yle ilk karşılaşmamdan itibaren yüreğimi ısıtan, ışıtan ve aydınlatan bir sesi buldum diyebilirim. Kandan, kinden ve öfkeden elbiseler giyinen yeryüzünde Edebiyat Dergisi zulmü soruşturmanın, insanı karanlıklara karşı, zalimlere karşı savunan, yegâne sesi olarak zihnimde yerli yerine oturur. Yeryüzündeki bütün ezilmişlere insan sesini öğretisel bir bakışla duyurmanın yolu olan şiirler, öyküler, denemeler ve yeryüzü genelindeki çeşitli halkların edebiyatlarından çevirilerle zenginleşen Edebiyat Dergisi’ne o günün şartlarında kayıtsız kalmak sorumluluktan kaçış olarak da yorumlanabilir. Rahmeti İlhami Çiçek’in deyişiyle, edebiyat dergisinin savladığı düşüncelerle iç içe olmamak yürümenin dışında yol almakla aynı anlamı ifade eder. Mademki yürümek bir eylem dilidir, o halde ‘yürümenin dışında bütün eylemlerin adı kaçış kaçış kaçış’tır. Liseli yıllarımdan itibaren başlayan tanışıklıkla hayatımın bütün evrelerini kuşatan bir dil dünyası örmenin adresi Edebiyat Dergisi oldu diyebilirim.
Bunların öncesinde edebiyatla, yazmayla okumayla olan ilişkiniz nasıl başladı? Tabiri caizse edebiyata nasıl bulaştınız?
Şevket Yücel ortaokuldayken Türkçe derslerimize girerdi. O; şiirler, denemeler ve öyküler yazardı. Her ders bir yazma ödevi verirdi. Verdiği ödevleri de sınıfta teker teker okuturdu. Beğendiklerini takdirle karşılar, ileride hazırlayacağı öğrenci metinlerinden seçkisine malzeme toplardı. Bu durum daha önceden ilkokul yıllarındayken kendimde gördüğüm şiir söyleme öykünmesini dışa vurmamı sağladı. O günlerde yazdığım, bir kış gecesinde şehre gitmek için Bertiz’deki köyünden yola çıkarak, Yalnız Ardıç’ta tipiye tutulup donarak ölen birini anlattığım Ak Gün İçindeki Kara Yaz başlıklı şiirsel, öyküsel metinle ilk defa yazının dünyasına adım attım diyebilirim. Sonrasında ise tamamen yeni bir çevreyle yeni arkadaşlarla tanışmamın vesilesi olan Nuri Pakdil ve Edebiyat Dergisi yazma isteğimi biçimlendirerek bir zemin oluşturdu. Liseli arkadaşlarla Maraş’taki Işık gazetesinde sanat edebiyat sayfasıyla başlayıp Kelam dergisiyle devam ederek, şiirin ve yazının asıl dünyasına yürüyüşüm başladı. 1980 Martından itibaren de Edebiyat Dergisi’nde şiirlerimi yayımlamaya başladım.
Son zamanlarda özellikle belediye ve valilik yayıncılığı anlamında çok kıymetli yayınlarınız oldu. Bu eserlerinizden ve bu eserlerin nasıl teşekkül ettiğinden bahseder misiniz?
Aslında bu bir zemin yoklamasıydı. Yaşadığım yerde hayata katkı anlamını taşıyordu. Bir bakıma büyük kentlerde nefesleşen kültürel diriliğin taşraya da uzanmasını istiyordum. Özellikle küresel vurgunun köye dönüştürdüğü dünyada gelişen iletişim ve enformatik ağla eğlencenin nesnesi haline gelen insana bulunduğum yerden bir hatırlatma yapmak istedim. Buradan insanımızı kuran ona yön gösteren yazarların ve şairlerin gündeme gelmesine yönelik bir takım çalışmalar gerçekleştirdim. Erdoğan Aydoğan, Mustafa Köneçoğlu ve Ahmet Türk gibi arkadaşların özverili katkılarıyla bu çalışmaları çok profesyonel anlamda gerçekleştirmeye çalıştık. Kahramanmaraş’ta Hızırla Kırk Saat sempozyumundan başlayarak, Kahramanmaraş öykü günleri, Düşünen Kalem Nuri Pakdil ve Çok Sesli Bir Yazar Rasim Özdenören sempozyumlarını ve sempozyumlarda sunulan bildirileri kitaplaştırdım. Bunların dışında da insanımızda okuma dikkatini harekete geçirmek amacıyla Kitaba Çağrı adlı metinler toplamını yayımladım. Kahramanmaraş’ın kültürel birikimini eşelemek noktasında da Şiirli Şehir Kahramanmaraş’la Yazarların Şehri Kahramanmaraş’ı yayımladım. Şimdilerde daha önce hiç yapılmamış bir çalışmayı yapmaktayım. Yaklaşık kırk yazar, şair ve bilim insanının okumaya başlangıç deneyimlerini anlattıkları Okuma Hikâyeleri başlıklı kitabı yayımlama aşamasındayım. Yahya Kemal Kitabı ve Bir Şimdiki Zaman Şairi Mehmet Akif Ersoy, Edebiyat ve Medeniyet Yorumcusu Mehmet Akif İnan gibi biyografik çalışmalar da okurla buluşan eserlerdendir.
Maraş bir dönem edebiyata yön verdi. O zamandan bu zamana… Ne dersiniz?
Maraş kapalı bir toplumdur. Girişi ve çıkışı olamayan bir şehirdir. Rasim beyin deyişiyle insanın yolu, Maraş’tan tesadüfen geçmez; ancak azmedilerek gidilir Maraş’a. Maraş’ın yol güzergâhında olmayışı, yolların kavşak noktasında bulunmayışı, Maraş insanını coğrafya şartlarıyla içli dışlı yaşamaya itelemiştir. Dolayısıyla Maraşlı kendine yetebilmenin şartlarını oluşturarak dışarıya karşı müstağni davranmıştır. Maraş’ta baskın bir sözlü kültürün oluşu, bilincin sözlü kültürle yoğrulmasın da beraberinde getirmiştir. Bunun sonucu olarak beylik dönemi alışkanlıklarının sürdürülmesi de kaçınılmaz bir hal almıştır. Hala beylik kültürünün bir pratiği olarak Maraş’ın birkaç ailenin tahakkümü altında olması sosyal kültüre ve şehir kültürüne uyum sağlayamamasını doğurmuştur. Bu durum Maraşlıdaki verili sisteme mesafeli ve muhalif olma tutumunu da tetiklemiştir. Necip Fazıl’ın muhalif sesi bundan dolayıdır ki Maraş’ta karşılığını çok daha fazla bulmuştur. Halide Nusret’in bir dönem Maraş’ta bulunması, Necip Fazıl’ın ruh kökünü burayla irtibatlandırması, Sezai Karakoç’un çocuk ruhunun ateş aldığı yerin Maraş olması, Akif İnan’ın tarihsel müktesebatı güncelle buluşturan dokuyu Maraş’ta tanımış olması gibi bir takım etkenler, Maraş’ın sanat edebiyat dünyasında son dönemlerde sesinin yükselmesini beraberinde getirmiştir. Özellikle de Nuri Pakdil’in buradaki kurucu işlevini bir daha belirtmek gerekir. Örneğin Nuri Pakdil’in henüz lise öğrencisiyken çıkardığı Hamle dergisi dönemin büyük kent dergilerinin beğenisi toplar. Nuri Pakdil’den sonra Hamle’ye, Rasim ve Alaeddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Ali ve Ahmet Kutlay gibi yeni isimler omuz verir. Geleceğin çığır açıcı şairler ve yazarları adeta bu tezgâhta yetişir. Bu çığır açıcı isimler üzerinde Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil gibi yazar ve şairlerin bilinçlendirici, hazırlayıcı bir rol üstlendiklerini söyleyebilirim. Bunların önderliğinde şekillenen kültürel hayat İsmail Kıllıoğlu Osman Sarı Ahmet Taşgetiren, Cemil Çiftçi, Kamil Aydoğan, Ali Karaçalı, Mevlana İdris, Mustafa Aydoğan ve Ömer Erinç kanalından akarak bugünleri beslemiştir. Diğer bir kanat ise Bahattin Karakoç, Abdurrahim Karakoç, Şevket Bulut kanalından ilerleyerek Dolunay çevresinde vücut bulmuştur. Şevket Yücel ve Tahsin Yücel’in belirginleştirdiği bir başka çizgi ise canlılığını koruyan bir damar olarak devam etmektedir. Sözünü ettiğim bu üç çizgi bugün kendine yeni yataklar bularak akışını Türkiye genelinde sürdürmektedir, diyebiliriz.
Efendim bu güzel sohbet için teşekkür ederiz.