Mehmet Kahraman – Unutulmayanlar
Annem hatırlamazsın diyor, ama hatırlıyorum. Ebem çok hastaydı ve onu bir tekkeye götürmüştük. Orada ne yaptılar, ne kadar kaldık bilmiyorum. Zihnimde o günden birkaç kare fotoğraf var yalnızca.
Annem inanmıyor benim hatırlayışıma.
Biz konuşurken duymuşsundur, belki oradan aklında kalmıştır, diyor.
Kalın camlı bir gözlüğü vardı ebemin, don lastiğiyle bağlıydı gözlük sapı, diyorum. Başında bez bir örtü vardı.
İşte, fotoğraftaki görüntüsünü tarif ediyorsun.
Hayır anne, diyorum, dayımın yeni aldığı beyaz şahin ile gitmiştik. Teyzem, dayım, sen, ben vardık. Ebem teyzemin dizine kafasını koymuştu.
Hatırlıyor ya çocuk, dedi babam. Ne zararı var, hatırlasın.
İmkanı yok, dedi annem, onu götürmedik ki. Hem dört beş yaşlarındaki bir çocuk nasıl hatırlasın. Bizim konuşmalarımız kafasına girmiştir.
Hayır, ben de vardım. Ayağımı tekkenin kuyusuna salladım. Biliyorum.
Hatırlıyor, demek ki sen unutmuşsun.
Ablan altmış darbesini hatırlıyor ama… dedi babam, gülümseyerek. O da beş yaşındaydı.
O başka, diye atıldı annem.
Başka olan ne? Hatırlamak için küçük bir iz yeter. Bir kıvılcım.
Ablam sadece babamın götürüldüğü anı hatırlıyor. Anlattığı diğer şeyler kulaktan dolma tabii ki. Asker geldi diye bağırıyorlarmış çocuklar. Doğruca bizim eve gelmişler. Kapıda annem karşılamış onları, ona hakaretler ederek babamı sormuşlar. Babam bağa gitmiş o sırada, ablam ve ağabeyim varmış yanında. Ablam ağlamaya başlamış askerleri görünce. Babam onu kucağına almış. Askerin biri hiçbir şey sormadan dipçikle babamın suratına vurmuş. Burnu kanamış babacığımın. Ablam ayaklarına yapışmış askerlerin. Götürmeyin babamı diye diye ağlıyormuş. Köyden bir tek onu götürmüşler. Ağabeyimle ablam tarlada kalmışlar, biri dokuz yaşında, öteki beş. Düşünsene.
Hatırlıyor…
Hatırlıyor ya! Yaşadıkça da hatırlayacak.