Merve Şafak – Nezih Amcasız Bir Sapanca
Her günkü gibi bakıyorum gökyüzüne. Sonra toprağa, dağlara, taşlara, bulutlara… Her zamanki gibi ayırt ediyorum kuş cıvıltılarını motor gürültüleri arasından. Fakat bugün hepsi biraz daha eksik görünüyor bana. Yeryüzü benim için en önemli güzelliklerinden birini yitirmiş oldu bu günün doğumuyla. Cihan gönül güzellerinden birini hediye eyledi ebedî aleme. Aşk dolu bir bedenden aşk halas oldu, ağır ağır, huzurlu, mütebessim yürüdü sahibine. Ah canlar güzeli, beni sensiz kalış bu kadar mahzun eyledi; o beden arkandan feryad etmedi mi? Ben sensiz, ben neşesiz kalırsam ne yaparım; bu cihanda sensiz ben duramam demedi mi? Dedi de sen mi duymadın? Ruhun musikinin en güzelini dinliyordu belki, manzaraların en güzeline bakıyor, huzura yürüyordu; fark etmedin. Herhalde benim ruhumun inleyişlerinden de habersizdin. Nicedir özlediğin sevgilinin diyarına sefer eylerken bizi mi duyacaktın?Ah canlar güzeli, sen ebedî huzura erdin de söyle biz ne yapalım? Sensiz kendimizi nasıl avutalım?
Seni daha evvel tanımamış olana nasıl anlatırım diyorum kendime. Hiç yaşlanmamak nedir bilir misin derim önce o kişiye, bir an dahi aşksız kalmamak, kainattaki en ufak şeyin bir zihinde capcanlı tecessüsler uyandırması, bilir misin? Biliyorsa zaten Nezih Uzel’e bir parçacık tanış olmuştur. Ben belki bu yüzden beklemiyordum hemencecik gidişini. Ben sanıyordum ki herkes ölüverir de sen hep yaşarsın. Ölmek için yaşlanmak gerekir çünkü. Öyle ya senin gibiler ölmez, ölen hayvân imiş… Fakat ben sanıyordum ki Hakk’a yürümek için de yaşlanmayı beklersin. Sen öyle hayat doluydun ki benden daha gençtin. Beni büyütüp olgunlaştırırken hiç yaşlanmadın. İtiraf edeyim, ben seni görünce eğilip elini öpmek değil boynuna atlılıvermek gelirdi içimden…
Zaten Nezih Uzel’i torun torba sahibi bir dede olarak düşünemiyor ki insan. Dört bir yanı gençler. Etrafındaki gençlere ‘abi’ diye seslenen, Sapanca’dan kalkıp uzak semtlere, ilçelere sema dersleri vermeye giden hâlâ on sekizlik delikanlı dinçliğinde biridir o.
Yakın dostlarından birinin gidişini şöyle yorumladığını okuyorum; ‘Nezih Bey dünya hapishanesinden halas olmuş. Yine kıs kıs güldüğünü duyar gibiyim.’Ah canlar güzeli bizi artık kim kıs kıs güldürecek peki? Fazilet ile Rezalet’i kim dillendirecek? Ben kimin yazılarını bekleyeceğim heyecanla? Kim genç zihinleri kemal-i ciddiyetle muhatap alıp uzun uzun onlara yanıtlar verecek? Kim bizi ikna edecek yaşadığımız şehri, bir çiçeği bir böceği bir taşı gözümüze ilişen binbir çeşit mahluku sevmeye? Ben her nefeste dirilmeyi kimde göreceğim, kim öğretecek bana yaşayıp da yaşlanmamayı?
Seninle hemhal olmak ihtiyacı duyuyorum, Sapanca’daki ahbaplarına anılarını anlattığın bir şeylere rast geliyorum. Anlatıyorsun ses üzerine fikirlerini; ‘kulak değil, bütün vücut ses duyuyor, bütün damarlar, gözler, tenindeki kıllar, hepsi ses dinliyor. Bütün vücut bakıyor.’
Yine çok sevdiğim Kâni Hoca’dan anlatıyorsun; ‘Kani Karaca televizyona ellerini koyar, öyle televizyon seyrederdi.’ Aslolan beden değil ruh, ruh duyuyor, görüyor hissediyor.’ Daha ne sırlar var’ diyorsun. Anlattıkça anlatıyorsun. Dinlettikçe dinletiyorsun kendini. Ruhumuzu bahtiyar ediyorsun.
Yazılarına sarılıyorum tekrar tekrar… Yanıbaşımdaymışsın gibi, kulağımın dibinde bana usulcacık anlatıyormuşsun gibi, hani o celalli seslenişlerinde yine dipdiri şuracıktaymışsın gibi. Ezberler oluyorum da yine vazgeçemiyorum okumaktan. Sensin çünkü her kelimede her hecede her harfte her nefeste soluduğum, içime hapsettiğim. İçime seni çektikçe can buluyorum.
Gençliğinize dair anılar dinliyorum, Emin Hoca (Emin Işık) anlatıyor; Mevlana’yı tanımasaydım bana yazık olurdu dermişsin. Seni, Abdulbaki Hoca’yı (Abdulbaki Gölpınarlı), Kani Hoca’yı (Kâni Karaca) tanımasaydık bizlere nasıl yazık olurdu bilsen. Seni tanımasaydık, böyle sevgi dolu bir Mevlana aşığını, bir Hak âşığını tanımasaydık bize yazık olurdu.Böyle düşünen elbette yalnız ben değilim. Gidişini duyunca ilk aklıma gelen Mercan Dede (Arkın Ilıcalı) oldu. Benim gibi ruhunu seninle beslemiş, gençlik yıllarını senin izlerinle dopdolu kılmış bu derin ruhun benden en büyük farkı seninle yıllarını diz dize geçirebilmiş, meşk edebilmiş olmasıdır. Ki ne zaman onun baştan aşağı edep olduğunu düşünsem Nezih Uzel’in rahle-i tedrisinden geçmiş, ona gönül bağlamış bir insan başka nasıl olabilir ki diyorum. Şu an çok uzaklarda olmasına rağmen o da paylaşıyor hocasını kaybedişin hüznünü bizlerle.
Ben senin buralardan gidişini halen kabullenememiştim ki Hz. Pîr’i anmak fırsatını bulduğumuz bir sohbete katıldım. Öyle bir ortamda şüphesiz ki senin varlığını hissediyordum. Derken gözlerimin önünde beliriverdin. Fakat bu bir sanrı değildi. Bir süre herkeste bir suskunluk hasıl oldu. Anladım ki seni gören yalnız ben değilim. Gidilen mevlevihanede sen Hz. Pîr aşığına rast gelinmiş, Mesnevi-i Manevî okumak üzre sen de oradaymışsın. Akabinde Nuri Hoca (Nuri Şimşekler) senden biraz bahsetti; çalışmalarından haberdar olduğunu ve çok sevindiğini anlatmış; büyük bir arşivin olduğunu, istedikleri zaman faydalanabileceklerini söylemişsin. Tebessümden başka ne tepki verilebilirdi ki? Sen, ilim, kültür, sanat ile daima bir ve beraberdin.
Bunları düşünürken Mesnevi-i Manevî’den bazı tercümeler ilişiyor gözlerime; ‘İhsân sahipleri ölür, fakat ihsânları kalır. Lütuf ve kerem meydanında at sürenler, ne mutlu insanlardır. Peygamber Efendimiz; “Dünyadan çekilip gittiği halde, kendisinden iyi bir eser kalmış olan kişi, ne mutlu kişidir.” diye buyurmuştur. İhsân eden kimse ölür, fakat ihsânı ölmez. Daima yâd edilir. Allâh’ın yanında din ve ihsan küçük bir şey değildir.’ Hz.Pîr ne güzel anlatmış bendesinin halini?
Vefatından kısa bir süre önce ‘ölüm anı geldiğinde/ can sona erdiğinde/ zamanlar bittiğinde/ şükür ki yeni bir hayat başlar’ demiş bir Hak dostu için fazla söze gerek yok aslında. Fakat ‘’Nezih Amcasız bir Sapanca’’ düşünüyorum, nasıl olacak? Evinin koridorlarında insana yaşama sevinci veren sesin yankılanmadan geçecek günler. Kapının önü senin bir çift tatlı sözün için gelmiş hevesli gençlerle dolup taşmayacak artık. Bu ramazan teravihler sensiz olacak. Bundan sonra Sapanca sokaklarında gezmenin tadı olmayacak, seni görme ihtimali olmadan.
Kulağımda sesin; ‘sağı solu gözler idim, dost yüzünü görsem deyu, ben taşrada arar idim, ol can içinde can imiş’…
Bu gözler Sapanca sularını seyrederken Nezih Amcasız bir Sapanca olacak. Daha bir eksik, daha bir anlamsız, daha bir tatsız. Tarifi yok işte bunun. Adı üstünde; Nezih Amcasız bir Sapanca…
Bize de senin yeni meskenin olan o güzel diyarlara gelip yerleşene dek, buralar eskisi kadar güzel kokmayacak, eskisi gibi hoş görünmeyecek bize. Hani derler ya, her insanın cenneti içindedir; benim cennet bahçelerim sen ve sevdiklerinle dolu. Tek tesellim bu. Hep içimdesin. Hep seninleyim. Senin manân ve âşığı olduklarının manası üzerimize olsun. Aşk ile…