Murat Ak – İsm-i Pâkin Pâk Olur Zikreyleyen
Şiir Geleneğinde Besmele ve Osmanlı’da Âmin Alayı
Allâh adın zikridelüm evvelâ
Vâcib oldur cümle işte her kula
Süleyman Çelebi hazretlerinin (1351-1422) bu toprakların mayası haline gelmiş olan meşhur “Mevlid”i aktardığımız beyitle başlar. O kulun her şeyden evvel Allâh’ın ismini anması gerektiğine dikkat çeker. Zirâ bütün fiillere O’nun ismiyle başlamak vücûbiyet ifade eder. Vücûbiyet terk edildiğinde ise insanı zarara uğratır.
İnanan insan bir işe niyet eder ve o işe “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” başlar. Bizler besmele çekerken önce Allah der, sonra hemen yanına Rahman ve Rahîm sıfatlarını ekleyiveririz. Bu aciz ve eksik olan kulun Allah’ın rahmetine ve merhametine olan ihtiyacının beyanıdır. İnsan için, varlığının belli bir sûrette olması onun nâ-tamâm oluşunun yani noksanlığının işaretidir. Zirâ âdemoğlunun sûreti onun fizikî sınırlarını da belirler. Kötülük ve zulüm sûretle sınırlanmış bu noksanlıktan neşet eder. Nâkıstan ancak nâkıs sadır olur. Mutlak iyilik ise ancak mükemmellikten. Acziyetinin ve eksikliğinin farkında olan insan her ne kadar mutlak iyi olma muradında olsa da fiillerinin içinde var olacak eksikliğin farkındadır. Bu yüzden o Allah’ın rahmetine ve merhametine muhtaçtır. O bu ihtiyacını besmele-i şerifte Allah’ın ismine eklediği Rahman ve Rahîm sıfatlarının tecellîsi için olan zikriyle ifade eder. İnanan insan Allah’a olan niyazında bir bencillik içinde de değildir. O Rahîm sıfatıyla müminler için rahmet talep ederken Rahmân diyerek iyi ya da kötü bütün yaratılmışlar için yani âlemin bütünü için merhamet talebinde bulunur. Bu anlamda Müslüman olmak, yalnız kendi varlığı için değil; bilakis bütün bir âlem için merhamet talebinde bulunan engin bir gönle sahip olmak demektir.
Geleneğin şâiri ve yazarı bu derin bilinçle besmele üzerine müstakil bir literatür üretmiştir. Şuarâ ve ulemâ eserlerine başlarken besmele çekmekle yetinmemiş, birçok besmele manzumesi, manzum ve mensur birçok besmele şerhi telif etmişlerdir. Manzum besmelelere misâl olması için Taşlıcalı Yahyâ’nın “Gencîne-i Râz” adlı mesnevîsinde yer alan besmele manzumesinin girişinden üç beyit aktaralım:
Cân u dilden diyelüm bismi’llâh
Açalum sûzla gencîne-i râh
Sözlerün besmeledür sultânı
Kibriyâsıyla turur dîvânı
Şecer-i sidre gibi zîbâdur
Cümleden anun içün a‘lâdur
Taşlıcalı Yahyâ aktardığımız beyitlerde cân u gönülden bismillah demeyi salık verir. Ki bu sûretle besmele, hazîneye götüren yolu açacaktır. Besmele sözlerin sultanıdır. Onun diğer sözler için deki makâmı azametiyle kâimdir. Besmele cennet ağacı olan sidre kadar güzeldir. Bu sebepten de cümle diğer ayetlerden daha yücedir. Şâir besmeleyi tavsîfe bu şekilde başlamış ve telif ettiği besmele manzûmesinin devamında besmelede yer alan her harfin ne anlama geldiğini beyit beyit açıklamıştır.
Besmele bütün inananlar için her hayrın başıdır. Besmele Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. Geleneğin şâiri de ehemmiyetine binaen besmelenin azametine vurgu yapmıştır. Bu şairlerden Hakânî, besmelenin azametini bilmeyenin Allah’ın kelamındaki sırrı da anlamayacağını şu beyitle dile getirir:
Bilmeyen şevket-i Bismillâh’ı
Anlamaz sırr-ı Kelâmullah’ı
Şâire göre besmele Allâh’ın esmâsını içinde barındırdığı için ayrı bir yerde durur. O ayetler içinde bir ayet olmakla birlikte Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını içinde barındırır ve her dâim zikredilir. Bir diğer şâir Yahyâ Bey besmeleyi tazmîn ettiği bir beytinde Allah’ın kadîm olan kelâmını bir gül bahçesine benzetmiştir. Besmele, bu gül bahçesinin selvisidir. Selvi ise edebiyatta sevgiliden ve sevgilinin endamından mecazdır. Şâir bu teşbihiyle gül bahçesindeki sevgili ve sevgilinin endamıyla besmele arasında bağ kurar. Bu bağ, ayetlerin içinde besmelenin yeri ne ise gül bahçesinde selvi odur şeklindedir. Ayrıca besmelenin, içindeki eliflerin ve lam harflerinin çokluğundan ötürü yazılış şekli itibariyle selvi gibi bir endama sahip oluşu, selvi ile besmele arasında diğer bir teşbih veçhesini ortaya çıkarmıştır. Bu da şâirin beytindeki tahayyülü anlaşılır kılar:
Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Serv-i gülistân-ı kelâm-ı kadîm
Klasik dönemin şâirleri sevgilinin yüzü ile besmele arasında da bağ kurarlar. Zira sevgilimin güzel yüzü onun en müstesnâ yeridir. Şâire göre sevgilinin yüzü mushaftır ve o mushafın sayfasında besmele yazmaktadır. Nesîmî bir gazelinde “Ey sevgili! Senin yüzündeki sayfada Kadîm olan Allah (c.c.) ne yazmıştır. Ben o sayfada Bismillâhirrahmânirrahîm yazısını okudum.” diyerek sevgilisine şöyle seslenir:
Sûretünün safhasında gör ne yazmış ol Kadîm Okudum ol hattı Bismillâhirrahmânîrrahîm
Şâire göre sevgilinin yüzü güzelliğin kitabıdır. Bu kitapta besmele yazmaktadır. Şâir sevgilinin sûretindeki estetik unsurlardan biri olan kaşın, besmelenin içindeki med gibi olduğunu söyler. Bu med besmelede yer alan Rahmân lafzının imlâsındaki med olsa gerektir. Sevgilinin cemalindeki güzelliğin sakladığı bu sırlara da ancak arif kullar vâkıftır:
Mushaf-ı hüsnünde ebrû medd-i Bismillâh’dır Vâkıf-ı sırr-ı cemâlin ‘ârif-i billâhdır
Besmele inanan insanın hayatının her safhasında vardır. İnancımız konuştuğumuz dile rengini, kokusunu, ruhunu vermiş ve dilimize baştan sona nüfûz etmiştir. Türkçenin günlük konuşma diyaloglarında birçok dinî ıstılah gibi besmele deyimlerine de rastlarız. Dilimizde işleri düzgün gitmeyen ya da tersliği üzerinde olan insanlar “Evden besmelesiz mi çıktın?” ifadesine muhatap olurken, gayr-ı meşrû ilişki sonucu doğan biri için de argoda “besmelesiz” tabiri kullanılır. Yine bizler başladığımız bir işe besmele çekmiş de oluruz. Annelerin çocuklarını besmele ninnileri ile uyuttukları da vâkidir:
Ninni der uyuturum
Besmeleyle büyütürüm
Ne yapalım böyle durum
Ninni yavrum ninni
Besmeleyle uyanır
O nurlara boyanır
Buna can mı dayanır
Ninni yavrum ninni
Her ne kadar bugün devam etmese de besmele, Osmanlı geleneğinde mahalle mektebine ilk başlayan çocuklar için yapılan şaşaalı mektebe başlama merasiminin adı olmuştur. Bu merâsimlere “âmîn alayı” dendiği gibi “bed’-i besmele” de denilmiştir. Küçük çocuk besmeleyi öğrenmeye gittiği mektebe mutantan bir besmele merasimiyle başlar. Meşhur edebiyat-kültür tarihçisi ve mevlevî dedesi Tahirü’l-Mevlevî Osmanlı geleneğinde âmin alayı ya da bed’-i besmele denilen mektebe başlama merâsimini Mahfil dergisinde yer alan bir yazısında hoş bir üslûpla tasvîr eder. Onun Osmanlıca olarak telif ettiği Mektebe Başlama Merâsimi1 isimli telifinden birkaç bölümü aralara da girerek günümüz alfabesiyle buraya aktarıyoruz: “Fakîr bir âilenin çocuğu babası yahud anası yahud velîsi tarafından civardaki mahalle mektebine götürülür, hocanın eli öpdürülüb talîm ve tedrîsine hasbeten li’llâh ihtimâm olunması muallim efendiden ricâ idilirdi.” Yazının girişindeki satırlardan bu mektebe başlama geleneğinin şeklinde ve tertibinde sosyal ekonomik durumun belirleyici olduğunu fark ediyoruz. Çocuğun ailesinin maddî durumuna göre merâsimin şekli tamamiyle değişecektir. Fakir bir aileden sonra Tâhirü’l-Mevlevî orta halli bir ailenin çocuğunun mektebe başlamasına ilişkin şunları söyler: “Orta halli bir âilenin çocuğı giydirülüb kuşadılır, erkek ise fesine, kızsa saçlarına elmâs, inci gibi müzeyyinât, boynuna da şal ve kılapdanlı bir cüz’ kisesi takılır, akrabâ ve ehibbâ ile birlikde mektebe gidilir, çocuk derse başlatdırılub hocaya duâ itdirildikten sonra mektebdeki etfâle ikişer, üçer guruş, hoca ile mubassır, yahud muallim muavini dimek olan kalfaya avcuna bir kaç mecidiye bağışlanmış birer mendil virilirdi.” Mektebe başlayacak çocuğun ailesi zengin ya da eşraftan ise merasimin şenliği ve heyecanı yapılan masraf doğrultusunda daha da artmaktadır. Merasim daveti sadece mahalleyle de sınırlı kalmaz. “… Zengin ve kibâr bir âilenin çocuğu mektebe başlayacağı zaman gideceği mektebin hocasına haber gönderilir, muallim tarafından da talebe ve tâlibâta ‘Yarın âmîn var. Güzelce giyinin de öyle gelin denilirdi.” Tâhirü’l-Mevlevî’den bu merasim için kalabalık bir âmin alayı oluşturulup bütün çocukların bayramlık seyranlık elbiselerini giyerek süslü bir şekilde bu âmin alayına katıldıklarını öğreniyoruz. “Okunan ilâhi ve idilen duâ esnâsında âmîn diye bağrışdıkları için bu gibi merâsime mekteb çocukları ‘Âmîn’ tabir iderlerdi. Âmine gidecek talebe ve tâlibâtın mikdârı az, yahud çocuk babasının ideceği masraf çoksa başka mekteblerden de hocaları kalfalarıyla birlikde sıbyân çağrılırdı.” Merâsimin asıl kahramanı olan mektebe başlayacak talebe, alayın toplanmasının ardından süslü elbiseleri ve boynuna astığı sırmalı cüz kesesiyle kendisini bekleyen faytona biner ve alay yola koyulurdu. Alayın başını ilahici başı çeker. İlahici başı mektep talebelerinin mûsikîye en çok âşinâ olan talebesidir. Alayın bütün ritminin hâkimiyeti ve idaresi ondadır. O, yaşına mahsus dik bir sesle ilahiye başlar, mektep talebeleri de ilahiciler tarafından okunan ilahinin mısraları arasında “âmîn” şeklinde bağrışırlar. İlahici başının önü çektiği bu renkli ve kalabalık alay birlikte okunan ilahilerle mahalle sakinlerinin bakışları ve tebessümleri arasında mektebe doğru yol alır. Aşağıdaki metin bu merâsimlerde âminler eşliğinde okunan ilahilere bir örnektir:
Yâ İlahî başlayalım ism-i Bismillâh ile
Bu duâya el açalum ism-i Bismillâh ile
Sen kabûl eyle duâmız Besmele hürmetine
İlmini eyle müyesser yâ İlâhe’l-âlemîn
Ol Muhammed hürmetine meded eyle yâ Mu‘în
İlmini eyle müyesser yâ İlâhe’l-âlemîn
Kapuna geldik niyâza yâ İlâhe’l-âlemîn
Eyleyip mansûr muzaffer kullarına yâ Mu‘în2
İlâhilerle ve âminlerle gürleyen bu şaşaalı yolculuğun ihtişâmına ve buna şahit olan insanlara ilişkin Tahirü’l-Mevlevî şunları kaydeder: “Bu rengârenk ve pür âhenk alayın murûr ittiği cadde ve sokaklardan geçenler durur, kahvehanelerde oturanlar kalkar, dükkânında çalışanlar işini bırakır evinde bulunanlar iştigâlâtını terk ile pencerenin önüne ve kafesin arkasına koşar, gözleri eşk-i şâdî, dudakları manevî bir tebessümle mâlî olduğu halde alayın güzârişini seyr iderdi. Temâşâ-girândan hiç biri bulunmazdı ki henüz mektebe gitmeyen evlâdının böyle bir alayla ibtidâ-yı tederrüsini temennî itmiş olmasın. Kezâ hiçbir yavrucak görülmezdi ki kendinin de öyle bir araba ile dolaşarak mektebe gitmek istediği inzâr-ı masûmânesinden anlaşılmasın.” Gökkuşağını andırır renklerin ve uyumun hâkim olduğu bu alayın mektebe girişi sonrası başlayan ilk ders yazarımızın anlatımıyla şöyle cereyan eder: “Hoca Efendi, euzü besmele ve ‘Ya Rabbî kolaylaştır, güçleştirme. Ya Rabbî, tederrüsimi hayr ile itmâm eyle’ meâlindeki ‘Rabbi yessir velâ tüassir Rabbi temmim bi’l-hayr’ duasıyla talîme başlar. Hurûf-ı hecâyı ve noktalarla harekâtı sırasıyla okuyup okutduktan sonra ‘Ya Rabbi, ilmimi artır’ manasındaki ‘Rabbi zidnî ilmen’ duasıyla ilk dersi bitirirdi.” Bu ilk dersin ardından ya mektep talebeleri içindeki ezberciler tarafından Kur’ân okunur ya da dua edilerek besmele merasimi nihayete erdirilir. Ardından sofralar kurulur. Bütün hocalara, talebelere, davetli olan herkese yemek yedirilir yahut lokma denilen tatlı ikram edilir. Peşi sıra bütün talebelerin ve özellikle ilahicilerin ellerine üçer beşer kuruş sıkıştırılır. Bu sûretle de merâsim nihâyete erer.
Muhakkak ki geleneğin, çocuğun ilk kurumsal eğitimini besmele merasimiyle başlatması derin bir imanın tezahürüdür. Bu merasim çocuğun da seveceği şaşaalı ve zârifâne bir biçimde yapılır. Bu merasim onun eğitim hayatına korkudan ve tedirginlikten azâde neşe ile başlaması içindir ki sosyal hayata alışma, insanlar arasına kaynaşma gibi birçok pedagojik amacından ve faydasından da bahsedilebilir. Diğer yandan çocuğun mahalle mektebine besmele töreniyle başlaması onun sosyal hayata da besmele ile katılması anlamına gelir. Mahalle mektebine ilahilerle başlayan çocuğun ilk derslerden öğrendiği besmele hayattaki bütün adımlarında ona eşlik edecektir. Bu çocuk yetişkin bir fert olup aile kuracak, çoluk çocuğa karışacak ve daha sonra yaş kemâle ömür de nihayete erince vefatı sonrası yine çekilen besmeleler ve getirilen tekbirlerle son yolculuğuna uğurlanacaktır. Bu, besmele ile şekillenmiş olan bir medeniyetin hayat döngüsüdür.
Besmele müminlerden oluşan büyük bir medeniyetin ortak dilidir. Bu medeniyetin müntesipleri saza da söze de Allah’ın zikriyle başlar ve yine O’nun zikriyle son verirler. Ondan gelip yine dönüşlerinin O’na olduğunu bilirler. Süleyman Çelebi hazretleri, her şeyden evvel Allâh’ın ismini anmanın vücûbiyetine işaret etmişti. Onunla başladığımız sözümüze yine onun dizeleriyle son verelim ki Allah işlerimizi kolay kılsın. İşlerimiz sonuçsuz kalmayıp tamâm olsun. Bu sûretle biz de bir nebze nâ-tamâm olmaktan kurtulalım. Zirâ tamâm olmak ancak Allah’ın lütfuyla mümkündür:
Allâh adın zikridelüm evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kula
Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ider Allâh ona
Allâh adı olsa her işün öni
Hergiz ebter olmaya anun sonı
Her nefesde Allah adın di müdâm
Allah adile olur her iş tamâm
Bir kez Allâh dise şevkile lisân
Dökülür cümle günah misli hazân
İsm-i pâkin pâk olur zikreyleyen
Her murada erişür Allâh diyen
Aşk ile gel imdi Allâh diyelüm
Derd ile göz yaş ile âh idelüm
Kaynakça:
1. Tâhirü’l -Mevlevî , “Mektebe Başlama Merâsimi”, Mahfil Mecmua-i İslâmiyesi, İstanbul 1342 (1923) , C . IV, Sayı : 42 , s. 113 – 116.
2. Ali Birinci , “Mahalle Mektebi ne Başlama Merasimi ”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C . IV, 1 982 , s. 41.