Nurettin Özel – Son Çağrı
Sağlam bir kaynaktan bir haber aldım dostlarım: Yarın sabah güneş doğmayacakmış, akmayacakmış sular. Birbirleri ile konuşurken duymuşlar: Başlarını alıp, çekip gidecekmiş bulutlar… Bu güne kadar bağrı yanan toprak içecekmiş tüm suları, çekilecekmiş denizler, göller kuruyacakmış akmayacakmış dereler…
Ve sizler, bizler kalakalacakmışız oğlumuzla, kızımızla, sudan çıkmış balıklar gibi, sudan çıkan balıklarla birlikte… Altının doların, hatta “euro”nun bile faydası yok, bir ekmeği bin altına bile vermiyorlar. Dolarlar “euro”larla dolu çuvallarda, çocuklar ısınmak için yakıyor sokaklarda… Ağaçlar dirilmedi baharla, kuru dallarda kendini göstermedi, tomurcuklar açmadı, çiçeğe durmadı dallar, yeşermedi toprak, aç kaldı koyunlar, kuzular…
O hız sınırı tanımayan arabalar, porşeler, mersedesler yürüyemiyor artık toprağın çatlaklarından. Adım başı bir Bedir hendeği oluşmuş; insanlar birbirlerine ulaşamıyorlar, bağırıyorlar çatlarcasına birbirlerine seslerini duyurabilmek için.
Bilim adamları kimyasal yollarla su üretmeye çalışıyor kararanlık laboratuvarlarda, hocalar, hacılar, hatta sarhoşlar ateistler bile dua ediyorlar…
Allah’ım seni bildik, senin kudretine, gücüne inandık, biz aciziz, sense büyüksün, affedicisin, affet bizi, al bu belayı başımızdan diyerek…
Bir tek hafızlar kaldı Kur’an okuyan, bir de görme özürlüler. Zenginler sadaka vermek için adam arıyor, caddelerde, sokaklarda; ama yok kimse… Olan da almıyor zaten, alıp da ne yapsın yenmez içilmez parayı…
Kürt sorunu bitti, PKK dağlarda bıraktı silahlarını, askerler onlara yol gösteriyorlar, sağ salim anne babalarına kavuşsunlar diye…
İsrailliler Filistinlileri öldürmüyor artık, aralarına ördükleri beton duvarları yıkmaya çalışıyor, silahla kanlar çizilen sınırın her iki tarafından. Sularla birlikte petrolü de içti toprak; ordular dağıtıldı, bekleyecek ne sınır kaldı ne de uğruna kan dökülen petrol. Amerikan askerleri yürüyerek yola çıkmışlar, Irak’tan Afganistan’dan anne ve babalarını son bir kez görmek için…
Sabah ezanı mı, öğle mi, akşam mı, belli değil, hocalar ezan okuyorlar karanlıkta güç bela çıktıkları minarelerin şerefelerinden… El yordamıyla kıbleyi bulup, namaza durmaya çalışıyor, nineler, dedeler…
Aşk bitti, güzel çirkin yok artık, birbirlerini seslerinden tanıyor insanlar, geçmiş güzel günlerden bahsetmesi için birbirlerine yalvarıyorlar, ne olur anlat diye… Yaşlılar çocuklara anlatmaya çalışıyor çağlayan dereleri, yanıp kül olan ormanları…
Eskisi gibi şaşaalı düğün yapmıyor zenginler, eskisi gibi hatırlı, mevki sahibi, makam sahibi insanlar yok artık; fakir de, zengin de, er de, erbaşda eşit artık. Güneş “Ben yokum artık…” dediği günden beri görmüyorlar birbirlerini, gecenin karanlığı, örtmüş çirkin adamların çirkin yüzlerini…
Yarasalar, baykuşlara imreniyor. İnsanlar, ah onlar kadar görebilsek önümüzü diye yalvarıyor Allah’a. Faiz falan yok artık, insanlardaki hırs da bitti, öfke de, ne deveyi hamudu ile yutuyor birileri, ne devlet vergi istiyor, ne de tefe tüfe diye tutuyor vatandaşın yakasından.
Bu yazıyı Kazakistan Almaata’dan, Tanrı Dağlarının eteklerinden yazıyorum sizlere. Bir zamanlar “Tanrı Dağı kadar Türk’üz, Hıra Dağı kadar Müslümanız…” dediğimiz Tanrı Dağlarının eteğinden. Ne Tanrı Dağı kadar Türk olduk, ne de Hıra Dağı’nın bir çakıl taşı kadar Müslüman. Ama yapacak bir şey yok! Atı alan Üsküdar’ı geçti çünkü…
Benim ağırıma giden bizlerin de o Üsküdar’ı geçen atlının peşinden gidiyor olmamız. Allah bize akıl vermiş, fikir vermiş, belki bunlar yetmez diye peygamberler göndermiş, Kur’an-ı Kerim’inde bizzat bizlere hitap etmiş, ikaz etmiş; ama yok biz hâlâ atlının peşindeyiz.
Yahu bırakın atlı nereye giderse gitsin biz düşünerek, aklımızı kullanarak, kendi yolumuzu seçemez miyiz, hakkın yolunu bulamaz mıyız? Elde bu kadar belge, delil, bu kadar yol gösterici ayet, hadis varken tabii ki bulabiliriz, ama içimizdeki hırs yüzünden gözlerimizi atlıdan ayıramıyoruz ve atlının gittiği bataklığa doğru koşturup gidiyoruz.
Aklımız başımıza gelsin diye, Allah’ın bize verdiği nimetleri elimizden almasını mı bekleyeceğiz? Görme, konuşma, duyma nimetini; suyu, güneşi, havayı elimiz
den almasını mı bekleyeceğiz?
Bazı arkadaşlar diyorlar ki, yahu Nurettin Bey; sen de işin hep olumsuz tarafından bakıyorsun, iyi şeyleri görmüyorsun… Cevabım: Yahu bu zifiri karanlıkta ben neyi göreyim ki, bugüne kadar Allah hâlâ bize rahmet ve merhamet nazarı ile bakıyor ve bize rızık veriyorsa, o da binanın tavanını tutan direkler gibi, İslam’ı ayakta tutan dostlarının sayesindedir. Değilse nerede yağmur, orada tarla, bir menfaat için bin takla atan, siyaseti de, politikayı da menfaat için yapan bizler için değil.
Bir aya yakındır Kazakistan ’dayım ve bir aya yakındır cumaların dışında ezan sesi duymuyorum. Balığın, suyun içinde sudan haberi olmadığı gibi; meğer Türkiye’de ne büyük bir nimetin içindeymişim de farkında değilmişim.
Türkiye’de bir kenara beş ev yapılsa, o beş evin sahipleri bir dernek kurar ve Bismillah deyip oraya bir cami yaptırmaya çalışırlar… Yaparlar da, ama burada öyle bir şey yok, susayan dereyi bulur derler ya, susamıyorlar ki dereyi bulsunlar… Allah selamet versin; burada çok zengin olduğunu duyduğum Türk iş adamlarımız varmış; ama onlar da “atlı”nın peşindeler. Birkaç lokal pansuman cinsinden Türk okulu açıp eğitim veren ve dershane açıp Kur’an öğretenler de var. Ama onlar toplumun yüzde birine bile ulaşamıyorlar. Yüzde doksan dokuzu ise olayın farkında bile değil…
Bu da yetmiyormuş gibi, bir de devlet dairelerinde Namaz kılmayı yasaklamışlar, yahu kılan yok ki, olmayan şeyi niye yasakladılar hâlâ düşünüyorum. Geçen gün internette gördüm; bir kardeşimiz Kazakistan’da kurban kestirmek isteyenler için yüz dolar talep ediyor, bu güzel, Afrika’daki kardeşlerimize yardım ediyoruz bu âlâ, ama sadece karınlarını doyuruyoruz dostlar… Ruhları aç… Ruhları, yürekleri, sevgileri acıları var… Gönülleri var ve biz Türk’üz deyince muhabbetle, sevgiyle bakıyorlar bizlere.
Geçenlerde bir toplantıda buranın güçlü kanallarından birinde program müdireliği yapan Roza adında bir bayan, “Biz sizleri çok seviyoruz, çünkü bizim bağımsızlığımızı ilk defa Türkiye tanıdı…” diye Türkiye’ye şükranlarını belirtti.
Bunlar güzel… Özgürlüklerini tanımışız ama sonra öylece bırakmışız, gerçek özgürlüğün hakka kölelikte olduğunu anlatmamışız. Şimdi bu insanların bizde kul hakkı yok mu sizce?
Buradan size bir çağrı yapıyorum; devletimize, diyanetimize ve özellikle bu gerçeği gören gönül dostlarına sesleniyorum.
Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Özbekistan’da cami yaptırma dernekleri kurun, imamlar hocalar tutun, Rusça, Kazakça dil öğretin, gönderin onları. Öncü olarak, buralarda da minareler yükselsin, buralarda da ezan sesleri duyulsun. Bugün ortalık aydınlıkken yapın bunları, bu sizlere son çağrıdır, değilse başta söylediğim gibi çok sağlam bir kaynaktan aldığım bir habere göre; yarın güneş doğmayacakmış, kaynağı açıklayamam ama çok sağlam inanın bana. Allah’a emanet olun, sürç-i lisan ettiysem affola…