Recep Ayık – Unutulmuş Değiller!
Bu ilk geç kalmış yürüyüş, hep geç kalmış yürüyüşlerle devam edecek. (s. 19)
Şiirin kapılarını aralamak ne kadar mümkündür? Eğer bu kapılar, demir yahut tahta gibi gayet müşahhas şeylerse, pek bir sorunumuz kalmayacaktır. Fakat şiir kapıları eğer A. H. Tanpınar’ın dediği gibi “deniz köpüğü” misaliyse ya kapısız şiir okuyacağız ya da şiiri okuduğumuz yerden ileri götüremeyeceğiz demektir. Hâlbuki şiir demir ya da tahta somutluğuna indirgenecek kadar göz önünde olmamalı, anlamını ayan beyan ortaya koymamalıdır. Deniz köpüklerini elimize aldığımızda kaybolacaksa bu kapıları bir el hareketiyle değil, belki bir dîl hareketiyle açmak ancak mümkün olabilir. Şairin izleğimize bıraktığı birkaç işaret belki bize-şiire- bir yol açacaktır. Şiiri daha da yaşanılır kılmak için, şairin yaşantısı da elbet önemli bir yer tutmaktadır.
Unutulmuşluklar1, Alâeddin Özdenören’in kısmen anılarını yazdığı bir kitap. Fakat kitabın içinde sadece anılar yok. İçerik açısından söylememiz gerekirse Özdenören’in yaptığı veya onunla yapılan yedi adet söyleşi, eser değerlendirmesi olarak okuyabileceğimiz dört eleştiri (Her Şeye Ölüm Dadanmış, Uraşan, Açınlama, Senem Rüzgârları), müstakil olarak yazılmış üç deneme (Bir Küçük Gamlı Kuş, Zulmün Pençesi, İyimserliğin Köprüsü), gidenlerin ardından yazılan altı yazı (Yalnızlığın Sürgünü, Fethi Ağabey, Ölümün Gülümseyen Yüzü, Kendi Diliyle Cahit, Sait Zarifoğlu, Değişik Güzel) hayatından bölümlerin yer aldığı on yedi anı olmak üzere toplam 27 yazı bulunmaktadır.
Yapmış olduğumuz sınıflama kitap içerisinde keskin çizgilerle birbirlerinden ayrılamaz, çünkü yazar doğrudan hayatından bahsetmese bile, anlattığını hayatından bir karşılık vererek anlatmakta; yani kişiyi, eseri veya bir olguyu kendi hayatındaki yerine göre değerlendirmektedir. Bu derece bölümlerin olması ve anılardan başka da yazıların bulunması yazarın hayatını anlamamızı zorlaştıracak gibi gözükse de, aslında anıları dışında kalan yazılardan yola çıkarak da hayatının ve şiirinin mihenk noktalarına varmamız mümkündür.
Alâeddin Özdenören, bilindiği gibi Maraşlıdır. Maraş’ta doğmuş, çocukluğunun ve gençliğinin bir bölümünü orada yaşamış, kendi memleketinde bir süre görev de yapmıştır. Bu sebeple Özdenören’in anılarında Maraş çok baskın bir yer tutmaktadır. Hatta şairin ilk şiirini anlattığı yazıya Maraş’ın Ahır Dağı’ndan bir giriş yaparız ve yazı sonrasında 17 yaşında bir şairin yazdığı “Habersiz” şiiri hediyemiz olur. Şiirine giden bir yol olması açısından da bu ilk şiir çok önemlidir. “Yeğenim uyuyor, üç yaşında var yok. Ona bakıyorum. Uykusunda gülüyor. Şiirim sızıyor göğsümün orta yerinden. Yaz diyor bana. Ve ben ilk şiirimi yazıyorum” (s. 25). Özdenören’in ilk şiirini 17 yaşında ve 3 yaşındaki bir çocuğun uyuması üzerine yazması belki de onun “göğsünden sızan şiir”in en önemli vurgu noktalarından birini de bize göstermiştir: çocuk. İlk şiirinden son şiirine kadar uyuyan çocuğun masumiyetini paylaşan “çocuk” Özdenören’in şiirlerinden bize el sallamaktadır. “Havada çocuklar uçuşuyor, şiir avcıları” (s. 11), “Benim şiir perim ninemdir” (s. 174) sözleri de kendi çocukluğunun ve çocukluğun, şiirindeki yerine işaret etmiş oluyor. Bununla beraber Özdenören’in şiirine giden bir yol da açabiliyoruz Unutulmuşluklar’dan. Şiirin oluşumu, şiirin olgunlaşması ve gelişimi, sevilen şairler, şiirin ustası, şiir ve mantık, şiirimizin cumhuriyet sonrası seyrine bakış ile ilgili ayrı ayrı yazılarda geçen işaretler de bulunmakta. Tabii, şairin şiir evrenine giden yolu açacak yazının hacmi daha buraya sığacak kadar küçük değil. Biz de sadece bu değinileri vermekle yetiniyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi kapıları zorlama niyetinde değiliz; fakat Alaeddin Özdenören’in şiir evrenine açılan bir kapı olduğu için kitaba yaklaşmaya çalışıyoruz.
Unutulmuşluklar’da, kitabın ilk sayfasından son sayfasına kadar nefes alış verişini duyabildiğimiz bir duygu vardır: ölüm duygusu. Yazarın, yazılarına ektiği bir tohum gibi kendinden bahsedilmese bile kendiliğinden mahsulünü yazıya bırakır. Ahır Dağı da olsa, Balıkesir sokakları da olsa hemen arkamızdan ayak seslerini duyurur ölüm duygusu. “Şiir” başlığıyla yazdığı yazıda ölüm duygusunu anlattığı bir satır vardır: “Yola çıkarken şiirimle konuştum. Bana, ecelin gelinceye kadar korkuya bürün dedi” (s. 11).
Kendi ölümünün tecrübesini yaşayan nadir insanlardandır Özdenören. Ortaokuldadır. Arkadaşının kafa tutmasına cevap verir. Ve paslı kama omzuna saplanır. Omuzda kalan bu pas bütün bir kolu zapt eder ve hiç kimseye söylenmez. Sabaha kadar ağrısı çekilir. Sabahleyin ablanın durumu fark etmesiyle hemen doktora gidilir, iğne, iki çay bardağı irin, yani zehir. Olayı şöyle anlatıyor: “Zehirlendiğimin farkında değildim. Daha doğrusu zehirlendiğimin bilincinde değildim. Kendiliğinden geçer sanıyordum” (s. 28). Ölümüne yakın bir süre de sanki bu olayın aynısı yaşanmış gibidir. Aylarca kısık sesle gezdiğini duymuştum Selim Somuncu’dan. Sonra zorla da olsa hastahaneye gitmiş ve bizlerden ayrılmıştı. Kendinden geçmemişti işte, üstelik ablamız da uzaktaydı.
Şimdi yine bir haziran ayında adını rahmetle anıyoruz Alâeddin Özdenören’in. Sessiz bir eylem gibi tüm sokakları doldurdu yaşayışı ama kimse duymadı. Ondaki tevazu ve samimiyet buna engeldi belki. Kulaklarımızı değil yüreklerimizi titreterek asıl âleme göçtü.
Unutulmuşluklar, Alâeddin Özdenören, İz Yay., İstanbul, 1999