Rukiye Yürüç – Zilletten Visâle Satranç
Bu satrançta sizi savunacak piyonlara, tam yeniliyorum, derken imdadınıza koşan vezire, oyunu katakulleye getiren file ihtiyacınız olmayacak. Kendinizi, kendinize karşı savunacaksınız.
“Satrancı Urefa, Ariflerin/Bilenlerin Satrancı” ya da “Osmanlı Satrancı” olarak bilinen bu oyun, her ne kadar dini konular dışında bir oyun olarak düşünülse de oyunda yer alan; ceberût, iman, ulvî âlem gibi kelimelerden oyunun bir çeşit tasavvufi manalar taşıdığı da görülür.” Ariflerin Satrancı” olarak adlandırılan ahlâki/tasavvufi oyun, 101 haneli tablo üzerinde tek zarla yahut fırıldak ile oynanan bir oyundur. İlk karede zillet (alçaklık) ile başlar ve son basamakta visal (kavuşmak) ile sonlanır.
Her bir karede ahlaki sıfatlar yazılmaktadır. Bu karelerden ulaştığınız her basamağı açıklamak ve yorumlamak zorundasınız. Bu karelerin bazılarında yılanlar, bazılarında merdivenler yahut kuşlar bulunur. Yılanlı bir kareye geldiğinizde ki genelde bu karelerde kötü huy, haset, kin gibi kötü ahlaklar bulunurken, kuşlu yahut merdivenli karelerde ise müspet ahlâk ilkeleri mevcuttur. Yılanlı karelere denk geldiğinizde kendinizi aşağılarda bulabilir, merdivenli karelerde yukarılara yükselebilirsiniz.
Satranc-ı Urefa oyununun doğuşu hakkında fazla kaynağın olmaması bizi ihtimallerle başbaşa bırakmıştır. En güçlü ihtimal oyunun Hindistan’da ortaya çıktığıdır. Burada oyun daha basit yapıya sahiptir. Yılanlar ve merdivenler adındaki bu oyun 8*8,10*10,12*12 gibi karelerden oluşmuş bir levha üzerinde oynanır. Bu oyunda da bazı karelerde merdiven yahut yılan bulunur. Karelerde ahlâki kavramlar temsil edilmediğinden sadece çocukların sayma melekesini geliştiren ve eğlendiren bir oyundur. Bu oyun zamanla Hindu, Hindu-Nepal, Jain ve Budist-Tibet şeklinde tasnif edilmiş ve ahlâki kavramlar eklenmiştir. Oyundaki kareler 72, 84, 100, 124 hatta bazı yerlerde 342 ve 360’a kadar çıkabilmektedir. Oyunun mantığı aynı iken dini değer farklarına göre eklenen ahlâki kavramlar, kare sayısını değiştirmiştir.
Hindistan’dan yola çıkan bu oyunun 1892 yılında Londralı John Joques tarafından İngiltere’ye götürülmesi ile 20. yy. başından itibaren popüler olmuştur.
Bir başka görüşe göre ise oyunun mucidi olarak, iki isim öne sürülür: Biri, meşhur Mevlid-i Şerif müellifi Süleyman Çelebi’dir. Fakat hiçbir kaynakta bu duruma dair delil bulunmamıştır. Diğeri de Muhyiddin İbnu’l-Arabi. Ne var ki İbnu’l- Arabi’nin elde bulunan hiçbir eserinde de Satranc-ı Urefadan bahsedilmemektedir.
Tasavvuf yolunun en güzel öğretilerini kapsayan bu oyun, kemal yolunda karşımıza çıkabilecek tüm ahlâki sıfatları önümüze serer. Kısacası Yusuf Çağlar’ın ifade ettiği gibi, “Sevgiliye kavuşma çabası içinde zor ve meşakkatli geçen dünya hayatının kuşbakışı bir haritasıdır Satranc-ı Urefa.”
Satrancı Urefa hakkında Necip Fazıl’ın muhteşem anlatımı şöyledir: “Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi’nin Satranc-ı Urefa isimli meşhur mağfiret yolu tablosunda birtakım küçük yılanlar vardır ki, kötü huyları temsil eder ve insanı mütemadiyen aşağı kademelere düşürür. Yılanlı mıntıka geçildikten sonra da birtakım oklar vardır ki iyi huyları temsil eder ve insanı mütemadiyen üstün kademelere uçurur. Fakat gurur, bu tabloda her tehlike bittikten ve en üstün derece elde edildikten sonra kalan muazzam bir yılandır ki başı kemalin taa yanında kuyruğu da zevalin taa dibindedir. Bu yılanın başına basan, göğün yedinci katından yerin yedinci katına düşer ve mahvolur.”
Varlığı birlemenin “Mantıkku’t tayr”daki gibi hikâyelerle anlatılmadan sadece manaları ile ilerlemenin yahut mahvolmanın simgesi olmuş bu oyun, tasavvufi düşüncenin kuşbakışı bir planıdır aslında. Planda, alanlar sınırları içerisinde size durumu özetler. Yılanlı alanlara geldiğiniz her vakit kendinizi aşağılarda bulabilirsiniz. Belki de gurura kapıldığınız bir anda kendinizi zillette görmeniz, hayattan bir parça sunar size. Visâle ulaşmak, hamleniz merdivenlere gelene dek bir hayal olarak kalır.
Visâle giden muhabbet yolunda ahlâk, levha levha serilmiştir. Bu levhalara cevaben Üstad Necip Fazıl’ın “Visal” şiiri ile elveda deme vaktidir şimdi:
“Sonu gelmez visalin gayrından vazgeç gönül!
O visal, can sendeyken canını etmek feda;
Elveda toprak, güneş, anne ve yar elveda!”
Hamleniz merdivenli, sonunuz Visal olsun.