Sedat Cereci – Kapitalizmin Kutsal Kaftanı
Türk üniversiteleri, dünyadaki üniversiteler sıralamasında çok nadiren ilk 500 içine girebilmekte ve üniversitelerin durumu sıradan esprilerin konusu olmaktadır. Bilimden çok politikayla ilgisi bulunan üniversiteler, bilimin bir uzantısı ve çağdaş yaşamın da bir gereği olan teknolojiyle çok fazla ilgi kurmadan, zamanın epeyce gerisinde politika arenaları olarak binlerce kişinin avuntusu olmaktadır. Üniversitelerin ilgisinden uzak kalan teknoloji, gösterdikleriyle saygın bir yer edinmeye çalışan toplum tarafından en hızlı biçimde sahip olunan ve bireylerin yaşamlarının her alanını kuşatan bir egemenliğe sahiptir. Halkın çoğu okuma yazma bilmesine rağmen olabildiğince az okuma alışkanlığına sahip olan Türk toplumu, zamanının büyük bölümünü okuma yazma bilmeyi gerektirmeyen televizyon izleyerek geçirmektedir. Uluslararası alanda Türkiye’nin bu konuda ezici bir üstünlüğü bulunmaktadır. Televizyon, çağdaş teknolojiler içerisinde insanı içinde bulunduğu koşullardan en kolay biçimde uzaklaştıran ve düşünme eylemini en aza indiren medyadır. Bu anlamda okumayı ve düşünmeyi sevmeyen Türk toplumu için biçilmiş kaftandır.
Popüler kültürün en yaygın medyası olan televizyon, temeli halk üretimine ve geleneksel unsurlara dayanmayan yapay ve geçici bir kültürün üretilmesi ve yayılması konusunda uzmanlaşmış, gösterdiklerini görkemlileştirerek izleyicilerin gözlerini kamaştırmayı ve kahramanlar yaratarak onları kutsallaştırmayı yöntem haline getirmiştir. Yerkürenin her yanına yayılan iletileriyle izleyici kitlelerde tek tip beğeni, bakış ve düşünce oluşmasına da neden olan televizyon, insanların aynı görkemli hayalleri beğenerek onları okullarında, dergilerinde, gazetelerinde, giysilerinde, aksesuarlarında, eğlence yerlerinde, pazarlarında topluca kutsallaştırmalarının da yolunu açmıştır. O, kutsallarını çoktan daha renkli ve kolay seçeneklerle değiştirmiş bir toplum için de biçilmiş kaftandır.
Türkiye’de, 100’e yakını ulusal olmak üzere, 500 civarında televizyon kanalı yayın yapmaktadır. Bir anlamda, ülkenin her yanına televizyon iletileri yağmakta, tüm düşünceler ve duygu dünyaları, televizyondan yayılan iletilerle meşgul edilmektedir. Haberler, şakalar, daha birçok renkli unsur, teknolojinin en görkemli panayırını oluşturmaktadır televizyon ekranlarında. İletilerin tümünün bilgi yüklü olduğu varsayımında, Türk toplumunun bilgi yağmuru altında bilgeliğe ereceği ve evrenin tüm gizemine vâkıf olacağı da varsayılabilmektedir. Oysa temel amacı, insanları yüzeysel görüntülerle avutup onların yaşamsal sıkıntılarını geçici olarak teskin etmek olan televizyonun bilgiyle pek ilgisi bulunmamaktadır. Bilgiye gereksinimleri olmadığını düşünen dev izleyici kitle de televizyonu, diğer metafizik gereksinimlerini karşılayan mucizevi araç olarak algılamaktadır.
İzlenme oranlarını artırmak için bir televizyon kanalının, Osmanlıca konuştuğunu sanarak kibirden paralanan şarkıcıyla ekranlarını renklendirdiği; bir başka televizyon kanalının, yıllardır çocuk doğuramayanlara çocuk doğurtan şarkıcıyla ekranını doldurduğu; diğer bir televizyon kanalının, spor etkinliklerini soytarı gösterisine çevirerek kanalını şenlendirdiği; bir ötekinin, gülmekten konuşamayan bir sunucuyla ilgi çekmeye çalıştığı ortamda tüm kanallar en çok izlendiğini iddia ederken, izleyiciler de çok şey öğrendiklerini sanarak vahim bir enformatik cehalet yaşamaktadır. Vahim görünen bu tablo içinde enformatik cahil kocaman kitle eğlendiğini düşünerek yaşamaya devam etmekte, yaşamının kutsallığını atfettiği teknolojiye tapacak ölçüde değer vermektedir. Teknoloji bir yandan bu büyük ve bilgi ve düşünce yoksulu kitlenin yaşamını kolaylaştırırken, bir yandan da teknolojinin bir işaretiyle yığınlar halinde gösterilen yere akacak olan insanların çevrelerindeki fantastik hayal dünyasını kurmaktadır.
İnsanlar biyolojik ya da kalıtımsal doğalarıyla değil, tümüyle yetiştirilişleriyle biçimlendirilmektedir. Davranışlarından düşüncelerine değin insanın tüm yapısı eğitilebilmekte, beyinsel işlevleri yapılandırılabilmektedir. 21. yüzyılda ve özellikle Türkiye gibi her anlamda yoksul kalmış ülkelerde yetiştirme işlemi televizyon tarafından üstlenilmiştir. Ne de olsa Türk toplumu için televizyon, her şeyin kaynağı olan kutsal teknolojinin en gözde ürünüdür. Televizyon yayınlarının kolay ve oyalayıcı yapımı durum komedilerinde yer alan egemen baba karakteri, ideal baba örneğinin davranışları kapsamında ne sıklıkla ayağa kalkacağı, hangi ritimle yürüyeceği, hangi volümle bağıracağı, izleyicilerin ne sıklıkla güleceği, hangi durumlarda şaşıracağı gibi konularda ortaya koyduğu modellerle kendine özgü bir sistematik oluşturmaktadır. Kapitalist yaşamın bir sonucu olarak gelişen ve medya aracılığıyla aile kurumuna yönelik olarak üretilen anlamların üretim, tüketim ve yeniden üretim sürecini kapsayan çabalar medyanın, seslendiği kitlenin yaşamlarında oluşturmak istediği matematik temeline dayalı sistematiğin yerleştirilmesi amacına yönelmektedir.
Televizyon hiç çekinmeden her şeyi göstermekte, insanları başkalarının dünyalarından haberdar etmekte, her yeri gören ve gösteren kimliğiyle sıradan insanlar için inanılmaz olanı yapmaktadır. Ancak her şeyi gösterirken çoğu zaman da toplumsal ahlak kuralları, evrensel değerler, insan hakları gibi pek çok ilkeyi de çiğnemekte, hatta bazen yasaları bile ihlal etmektedir. Ancak onu kutsal sayan boyun eğmiş kitlelerce tüm bunlar görmezlikten gelinmektedir. Küresel iklim konularından hukuk sorunlarına kadar hemen her konuya değinen televizyon, insanların düşün dünyalarına farklı pencereler açarken, onlar için başkalarının yapamayacağını yapmakta, bu arada insanların düşüncelerine her şeyin yapılabileceği, düşünülebilen her şeyin yaşamın pratiği içinde olası olduğu savını da yerleştirmektedir. Televizyonun verdiği cesaretle insanların hareket alanları genişlemekte, dünyada yapılabilenleri gördükçe özgüvenleri güçlenmekte; böylece insanlar kuralları, ilkeleri, hatta yasaları çiğnemekte sakınca görmemektedir.