Seyfettin Kurt – Suç ve Cezanın,İktidar ve İtaatin Mehan Hali: Cezaevleri
“Siz beni resimlerdeki mahkûmlarla karıştırıyorsunuz Müdür Bey, benim adım Tatar Ramazan, ben bu oyunu bozarım!”
Tatar Ramazan Filminden
Güce dayanmayan adalet aciz, adil olmayan güç zorbadır. Şu anda adalet sistemimizin tek ceza enstrümanı tek caydırıcı gücü, cezaevleridir. Mülkün temeli olan adaletin temeli hapishanelerdir denilebilir. Böyle olunca hapishanelere yakından bakmak bir zorunluluk haline geliyor. Cezalandırma önceleri, bizzat bedene yönelikken ve cezalandırmanın, ibret özelliği de taşıması için, aleniyeti esasken, cemiyetlerin ilerlemesine paralel olarak, cezada aleniyet ve teşhir, 18. yüzyıl başlarında terk edilmiş, bedene ceza çektirme, yerini ruha ceza çektirmeye bırakmıştır.
Başlangıçta, Batı hukukunda olduğu gibi İslam hukukunda da bedeni cezaların esas olması hapis cezasının bulunmaması nedeniyle, hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği yer anlamında cezaevlerinden söz edilemez.
Bununla birlikte, bazı kaynaklarda, İslamiyet’in ilk devirlerinde suçluların geçici olarak kapatıldığı yer anlamında hapishanelerin bulunduğuna dair bilgi bulunmaktadır. Bunlara göre, Hz. Peygamber, borçlarını vermeyenleri, harp esirlerini ve katilleri veya cinayetten zanlı olanları hapsediyordu. Kettani ve Ali Dede’ye göre, ilk tarihlerden itibaren, Hz. Osman zamanına kadar, suçlular kuyularda hapsediliyordu. Peygamber ve dört halife zamanında özel bir hapishane yoktu. Mescitler ve dehlizler hapishane olarak kullanılıyordu. Nitekim Hz. Peygamber, bir cinayet suçlusu olan Sümame bin Üsale’yi mescidin duvarlarına bağlamıştı. Tay kabilesinde, Hatem’in kızı Sufine, mescitte kadınlara mahsus bir odaya hapsedilmişti. Hz. Peygamber, Beni Kurayza Yahudileri’nden esir aldıkları kimseleri Haris’in kızının evine hapsetmiştir.
Hz. Ömer, Mekke’de dört bin dinara satın aldığı bir evi hapishane olarak kullanmaya başlamış ve bir katili iki ay buraya kapatmıştı. Hz. Osman’ın, ölüm ve hırsızlık suçlarından hapsettiği, Dabi bin Haris burada ölmüştü. Hz. Ömer döneminde, Basra’da Daru’l-İmare denilen yerde de hapishane vardı. İslam’da, hapishane olarak kullanılmak üzere özel bir binayı ilk defa Hz. Ali yaptırmıştır. Hz. Ali, Nafi adı verilen bu hapishaneden hırsızların kolay kaçmaları üzerine, Mehis isminde daha güvenli bir hapishane yaptırmıştır. Hz. Ali, Kufe kadısı Şureyh, Mısır kadısı Hayr bin Nuaym borçluları hapsediyorlardı. İslam hukukunda hapishanelere örnek olarak gösterilen bu yerlerin, hürriyeti bağlayıcı cezanın infaz edildiği yer olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Çünkü İslam hukukunda hürriyeti bağlayıcı ceza yoktu. Dolayısıyla bu yerleri hem bir tutukevi, hem de İslam hukukundaki cezaların infazına kadar suçluların tutuldukları, ayrıca borçluların borçlarını ödemeleri için hapsedildikleri yerler olarak nitelendirmek daha doğrudur.
Osmanlı Devleti’nde, İslam hukukunun uygulanması ve İslam hukukunda da hapis cezasının bulunması nedeniyle, hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği yer anlamında hapishanelerinden kural olarak söz edilemez. Ancak, taziren cezalandırılan suçlarda, padişah ve onun adına bu yetkiyi kullananlar, suçun nitelik ve derecesine göre cezayı belirlerlerdi. Bu cezalar arasında hapis cezası da bulunmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nde hapishane olarak genellikle kale burçları kullanılmıştır. Karanlık, havasız ve nemli oldukları için bu yerlere Farsçada “karanlık, sıkıntılı ve dehşete düşürücü hapishane” anlamına gelen ‘’zindan’’ adı verilmiştir. İstanbul’daki Yedikule, Eminönü’ndeki Baba Cafer, Kasımpaşa’daki tersane zindanları bunlardan en ünlüleridir. Esnaftan avamı nastan ve serseri güruhundan katil ve hırsızlarla borç ve zina mahkûmları Galata zindanına atılırken, siyasi ve askeri suçlular Babıali’deki Tomruk’a, Yedikule’ye, Rumelihisarı’na ve tersaneye gönderilirlerdi. Zindanlar genelde subaşının denetiminde olup, mahpuslara hayırseverlerin yardımıyla bakılırdı. İstanbul zindanları 1831’de kaldırılıp, yerine Hapishane-i Umumi kuruldu. Ancak İstanbul dışındaki kale burçlarının zindan olarak kullanılmasına devam edildi. Tanzimatla birlikte, 1840, 1851, 1858 tarihli ceza kanunlarıyla Osmanlı Devletinde de, hürriyeti bağlayıcı ceza kabul edilmiştir.
Cumhuriyet döneminde cezaevleri 1926’da Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle önem kazanmış, 1929 yılında cezaevlerinin yönetimi, İç İşleri Bakanlığı’ndan alınarak, Adalet Bakanlığı’na bağlanmıştır. Cezaevlerinde ceza çekme işlemi koğuşlarda yapılır. Koğuş bir mahkûmun cezası süresince bütün hayatının geçtiği yerdir.
Ceza infaz rejiminin, en küçük hücresi, en temel birimi, en temel yapı taşı olan koğuşun, genel adliye ve ceza sistemi organizasyonu içindeki yerini böylece tespit ettikten sonra, şimdi kol demirlerini, demir kapıları ve parmaklıkları geçerek, yeni bir yaşam tarzı, farklı bir dünyaya adım atacağız.
Bu soğuk metal ve beton blokların çerçevelediği esrarlı boşluğun adı, koğuştur…
Hem içeriden dışarıya, hem dışarıdan içeriye doğru garip ruhsal bir labirentin ilk basamağıdır durduğunuz yer. Gücün, itaatin, korkunun, tedirginliğin, suçun, cezanın, acının coğrafyasına adım attınız.
Necip Fazıl Kısakürek, ‘’Bir yılanlı kuyudur hapishaneler, devlet bu kuyunun sadece kapağına hâkimdir. ‘’ diyor.
Az önce gardiyanın tok ve ürkütücü metal seslerle arkanızdan kilitlediği ağır demir kapı, eski hayatınızla yeni hayatınız arasındaki son maddi ilişkidir.
Kalabalık hapishane koğuşları, günümüzde terk ediliyor olmasına karşın, ülkenin birçok yerindeki ceza infaz kurumunda hayatiyetini sürdürmeye devam etmektedir. Güvenlikli hapishane koğuşları, genelde, iki katlı bir blok ve ona bitişik havalandırma alanından oluşur. Bu şekildeki temel yapı, diğer bloklarla bir ana malta etrafında birleştirilerek, genel cezaevi binası teşekkül ettirilir.
Katlar çoğu zaman üç iç koğuş, ortak kullanım için banyo, tuvalet, bulaşıkhane, televizyon ve çay ocağının bulunduğu geniş bir salon, küçük bir mescit, holler ve merdiven boşluklarından ibarettir.
İç koğuşlar, bloğun her katında bulunan küçük odalar şeklinde inşa edilmiştir. İç koğuşlarda, sekizer kişinin yatabileceği çift katlı dört ranza, sekiz dolap, sekiz yatak, kap kacak, masa ve sandalye bulunur.
İç koğuşlarda yalnız o koğuşa ait banyo, tuvalet müştemilatı vardır. İç koğuşların içindeki eşyalar, yatan mahkûmların maddi durumlarıyla orantılı olarak yeterli olabilir, ya da olmayabilir. Zengin iç koğuşların televizyonu, idarenin izin vermesi durumunda uydu anteni olabilir.
Yerler beton, duvarlar beton, kapılar, pencereler demirdir. Pencereler havalandırma alanına açılır, tavana yakın, küçük ve dışarıdan demirli ve tel örgülüdür.
Sandalye ve masalar plastiktir. İnsana sıcak gelecek materyallerden, ağaç, cam gibi eşya hemen hiç yoktur. Bu durum zaten soğuk olan hapishaneleri daha da soğutur.
Gariptir buradaki en sıcak eşya, üzerinde Ceza ve Tutukevinin kısaltılmışı olan CTE/1923 damgalı battaniyelerdir, onlar da insanın dışını ısıtsa da ruhunu, içini üşütür.
Üç adet sekiz kişilik koğuşun haricinde, iki kişilik, küçük dar bir oda daha vardır. Burası blok mümessili ve aynı zamanda koğuş mümessili olan yardımcısının kaldığı yerdir. Bu odada iki yatak, masa sandalye, televizyon, buzdolabı ve kilitli bir kasa bulunur. Bu kilitli kasa birazdan ayrıntılarını anlatacağımız koğuş ekonomisinin hazine dairesi gibidir. Hapishanenin en likit değişim araçları olan sigara, çay, şeker, bisküvi gibi gıda maddeleri burada mümessillerin gözetiminde tutulur.
Üç iç koğuşun, mümessil koğuşunun, genel tuvalet ve banyoların, açıldığı dar hol, ileride az daha geniş koğuşun en karlı işletmelerinden olan çay ocağının kurulu olduğu, bir salona açılır. Bu salonda aynı zamanda iç koğuşlarda yatma hakkını henüz elde edememiş mahkûmların kullandığı, buzdolapları, elbise dolapları, plastik masa ve sandalyeler bulunur. Bu salonla iç koğuşlara geçiş demir parmaklıklı bir kapıyla ayrılır.
Bu kapı koğuş içindeki sınıfsal ayrımın, sosyal tabakalaşmanın da sınırı gibidir. Çünkü iç koğuşlarda yatabilmek, kıdem, itibar, ekonomik güç gerektirir. Ötekilerin iç koğuşlar bölgesine geçmesi sınırlandırılmış ve kurallara bağlanmıştır.
Havalandırma koğuşlardan kilitli bir demir kapıyla çıkılan, zemini beton, 80’e 40 büyüklüğünde boş bir alandır. Yüksekliği iki katlı koğuş binasıyla aynıdır. Yaklaşık 8-10 metre, duvarların bitiminde jiletli tel örgüler bulunur. Havalandırma alanının üstü de tel örgülerle kapalıdır.
Havalandırmanın dip tarafında çamaşır iplerinin gerili olduğu direkler, az berisinde voleybol sahası, direkleri, filesi bulunur. Mevsimine göre futbol, voleybol oynanabilir. Fakat havalandırmanın asıl temel fonksiyonu volta atılan yer olmasıdır. Gerçekten de volta cezanın törpüsü, olmazsa olmazıdır. O kadar önemlidir ki idare bazen havalandırma ve volta yasağını mahkûmu yönlendirmede ceza aracı olarak kullanır. Havalandırma idareden özel bir kısıtlama olmadığı takdirde sabah saat 7’den saat 7’ye kadar açık kalır.
Kalabalık zamanlarda, fazla mahkûmlar yerlerde yatarlar, bazen yatma uyuma sırayla, vardiyayla yapılır. Burada oluşturulan sosyal yapı, kanun gücüyle oluşturulmuş “zorunlu” bir sosyal bünyedir. İçinde bulunan, yapıyı oluşturan hiçbir birey, gönüllü ve istekli olarak, bu mekânda değildir. Suçluyu, cezasını çekeni, mahkûmu, hükümlüyü, tutukluyu yapması gerekenleri yapmaya zorlayan “korkudur.”
Cezasının uzaması korkusu, yeni bir ceza alma korkusu, hücreye karantinaya gönderilme korkusu, legal ya da illegal şiddete, aşağılamaya uğrama korkusu, yaralanma, öldürülme korkusu, telefon, açık görüş gibi sahip olduğu haklardan mahrum olma korkusu, iyi hali bozulup infaz indiriminden yararlanamama korkusu…
Mahkûmlar genelde adalet sistemine güveniyor oldukları, herhangi bir toplumsal mutabakata inandıkları için, o inancın gereği olarak sistemin hayatiyetine zararlı oldukları için böyle bir yerde olmayı hak ettiklerine kani olarak, rıza ile cezalarına katlanmazlar. Hemen hepsinin bir mazereti, bir savunma mekanizması vardır.
Mahkûmların cezaevindeki ortak amacı yukarıdaki pratik korkular nedeniyle, etliye sütlüye karışmadan, başına bir gaile açmadan, cezasını infaz etmek, gününü bitirip tahliye olmaktır.
Bu nedenle hükümlü, günlük işleyişe, kendine verilen görevlere riayet eder, programlara uyar, kıdem hiyerarşisine, suç hiyerarşisine uyar.
Şimdi de koğuşun sakinlerine, içinde bulundukları, sosyal yapı, roller ve statüler açısından bir göz atalım.
Bir koğuşun içinde mahkûmlar günlük hayatlarını sürdürürken aşağıda belirteceğim rol ve statülere göre ayrılırlar ve rollerinin gereğini yerine getirirler. Yukarıda belirttiğim korku saiki nedeniyle buna mecburdurlar. Burada rol ve statüleri belirleyen unsurlar karmaşıktır. En belirgin kıstaslardan biri suç hiyerarşisidir.
Kabaca bir tasnif yapılacak olursa, Türk hapishanelerindeki en aşağılık, en müptezel suç, erkek ya da kız çocuğuna taciz suçudur. Toplu koğuşlarda genelde barındırılmazlar ya da suçları gizlenerek kalabilirler. Ondan bir üst suç, kadın, travesti, eşcinsel bedenlerinin satılmasında, ya da aile bireylerinin satılmasında aracılık edenlerin suçlarıdır. Onun bir üstünde kamu mallarına el uzatmış camilerden, okullardan, çalmış adi hırsızların suçları vardır. Onun bir üstünde, yankesicilerin, kapkaççıların suçu vardır. Ondan bir üst suç organize mahalle hırsızlık çetelerinin üyelerinin suçlarıdır, bu suçun çete reisleri yavaş yavaş saygı görmeye başlamışlardır, çünkü artık yarı buralı sayılırlar, muhtemelen sık sık girip çıkacaklardır. Onun bir üstünde sahte paracılar, sahte evrakçılar, zimmet, irtikâp gibi fırsatçı suçları vardır. Onun bir üstünde gasp, yaralama, darp, adam kaldırma, hürriyetten mahrum bırakma gibi şiddete dayalı suçlar vardır, bu kategorinin suçluları korku nedeniyle, yaptıkları işlerin şiddet kat sayısına göre saygı görürler, en azından, bulaşılmazlar. Bu suçlarla denk sayılan maddi durumlarına göre ağırlıkları olan bir suç grubu da uyuşturucu satıcılarıdır. Fazla sevilmezler. Bunun bir üstü daha doğrusu suç dünyasının en prestijli grubu, cinayet suçlularıdır, yalnız hepsi aynı saygıyı görmez. İnsan canına kıymış olduklarından hepsinin korkuyla çevrilmiş bir saygı duvarı vardır, fakat en prestijli olanları bilinen mafya reisleri için sıkmış olanlardır. Sonra namus için, evini barkını basanları, tefecileri, dolandırıcıları vurmuş olanlar gelir, töre yahut başka sebepten kendi aile fertlerini öldürmüş olanlardan çekinilir, ama fazla da saygı duyulmaz. Bu elbette ki mahkûmlar içindeki suç hiyerarşisidir idare için görünürde herkes mahkûmdur, herkes aynıdır.
Bu suç hiyerarşisi, rollerin ve statülerin dağılımını çok yakından etkiler. Bir tecavüz suçlusu, bir muhabbet tellalı ne kadar kıdemli olursa olsun, koğuş içi prestijli bir göreve getirilmez.
Hapishanelerdekilere sorarsanız hepsi kader mahkûmudur lakin tüm mahkûmların bu payeyi tereddütsüz verdikleri mahkûm grubu kaza ile dikkatsizlik olabilir, trafik kazası olabilir, suça bulaşanlardır.
Ekonomik suçlular da suç nevilerine göre değil şahsiyetlerine göre değerlendirilir.
Hemen her kapalı cezaevi koğuşunda şu roller ve statülerde insanlar vardır.
Blok Mümessili
Koğuş binaları iki katlı olduğu için her iki katın birden temsilciliğini yürüten, koğuştaki en yetkili kişidir. Kimin nerede yatacağına, televizyonların kaçta açılıp kapanacağına, idarenin verdiği emirlerin duyurulup uygulanmasına, iç koğuş mümessillerinin kim olacağına, meydancının kim olacağına hep o karar verir. Dış idarenin bittiği yerde, yani ana maltaya açılan demir kapının iç tarafında onun otoritesi başlar.
Blok ve koğuş mümessillerinin seçilmesindeki temel kıstas, süresinin uzun olmasının, suç hiyerarşisinin temiz tarafından olmasının yanında elbette ki güçtür. Bu gücün kaynakları;
-Ekonomik güç olabilir
-Bilek gücü olabilir
-İdareye yakınlık ve nüfuz gücü olabilir
-İşlenilen suçun şiddeti ve tarzı olabilir
-Şahsi karizma olabilir
Tabi ideali bu vasıfların hepsinin toplandığı bir kişinin mümessil olmasıdır, bu mümkün olmazsa bunlardan en çoğuna sahip olan, koğuş ileri gelenleriyle biraz kulis yaparak mümessil seçilir. İdare genelde koğuşun seçtiği temsilciyi tanır. Nadiren itiraz edip değiştirir, idarenin direk atadığı mümessiller olur ama uzun süreli olmaz.
Koğuş mümessili. Aynı zamanda blok mümessilinin yardımcısıdır. Üst ya da alt kattan sorumludur. Koğuşun her türlü işleyişinden sorumludur. İdarenin muhatap aldığı bir figürdür. Ağırlıklı olarak koğuşun ekonomik işlerinden, gelirinden, giderinden sorumludur. Kantin günlerinde alışveriş fişlerini yazar, satın almayı gözetir, memurlarla ilişkileri sağlar.
Meydancı
İki katta iki ayrı meydancı bulunur. Meydancı yemek dağıtımından, koğuşların temizliğinden, sigaraların dağıtılmasından, günlük hayatın nizam ve intizam içinde akmasından sorumludur. Görevli ve hizmetliler onun emrindedir. Ekmeklerin dağıtılmasıyla, iç koğuşların haricinde yerde yatanların ihtiyaçlarıyla, koğuşun ortak parasıyla neler alınacağına, alınan nevalenin nasıl dağılacağına, buzdolaplarının kontrol edilmesine yardımcılarıyla o nezaret eder.
Meydancı yardımcıları. Meydancının kafasına uygun insanlardan seçtiği, meydancıya işlerinde yardımcı olan, ayrıcalıklı mahkûmlardır.
Görevliler
Geliş sırası ve kıdeme göre ayarlanabileceği gibi, maddi durumu olmayan mahkûmların kendi isteğine göre de tayin olunabilir.
Günlük hayat içindeki tüm hizmetler mahkûmlar tarafından yapılır. Başlıca hizmetler şunlardır:
Bulaşıkçılık, küllükçülük, paspasçılık, tuvalet temizlikçiliği,
Bu vazifeler, eğer maddi durumu iyi olmayan mahkûmlar tarafından, sigara karşılığı üstlenilmemişse, kıdem sırasına ya da suç hiyerarşisine göre meydancı tarafından yaptırılır, koğuş mümessili tarafından denetlenir.
İmtiyazlı görevler de vardır.
Mümessil postalığı. Blok ve koğuş mümessillerinin ayak işlerini yapan, haberlerini mahkûmlara ileten, manevi yönden alçaltıcı ama mümessiller tarafından kollandığı için maddi yönden rahat görevlerdir. Genelde uzun süre ceza almış, ekonomik durumu düzgün olmayan genç mahkûmlardan rağbet görür.
Çaycılık, koğuşun can damarıdır. Cezası uzun, kahvelerde ocakçılık yapmış, eli ayağı düzgün sadık adamlardan seçilir ve yanına bir bulaşıkçı almasına izin verilir. Prestijli, ağır bir iştir.
Kapıcılık alt katta, maltadan koğuşa giriş kapısında daimi olarak sabah 7’den akşam 7’ye kadar nöbet tutan mahkûmdur. Açıkgöz, hızlı, ağzı laf yapan zeki mahkûmlardan seçilir. Koğuşun dış çevreye yani maltaya açılan yüzüdür. Onun için gardiyanlarla iyi geçinecek, koğuşun telefon, görüş; kantin günlerinde ayrıcalıklar koparmasını sağlayacak kabiliyette olanlardan seçilir.
Bu kategorilerin haricinde bir de doğal karizması olan suçlular vardır. Müptezel suçları işlememiş olmak kaydıyla, yaşlılar, sakatlar, hastalar, psikolojik rahatsızlığı olanlar, çalıştırılmaz, kollanır, istismar edilmelerine göz yumulmaz. Bunlardan ekonomik durumu iyi olmayanlara mümessil, ya koğuşun ortak parasından bakar eğer böyle bir imkân yoksa kendi cebinden bakar. Çünkü ağalık vermeyle denmiştir.
Ayrıca yine aşağılık suçlardan içeri düşmemek şartıyla, öğretmen, imam, dini bilgisi olan, mütedeyyin bir hayat yaşayanlar da saygı görür, fikirleri sorulur.
Koğuş sakinlerinin dış dünyayla ilişkileri; telefon görüşüyle, avukat görüşüyle, ailelerle yapılan ayda bir açık görüşle, her hafta yapılan kapalı görüşle sınırlıdır.
En dışarıya çıkış ancak kurum doktorunun izniyle eller kelepçeli ve jandarma refakatinde olabilir ve genelde bitkisel hayatta değilse hasta mahkûm hastane ranzasına kelepçelenir.
Hapishane içinde koğuşlar arası görüş mümkün değildir. Berber ve fotoğrafçılar koğuşlar arasında gidip gelebilirler.
Bunların haricinde mahkûmların dış dünya ile bağlantı adına görüştüğü şahıslar; kantin elemanları ve hapishane personelidir.
Bunlar da infaz koruma memurları (gardiyan ve efendi de denir, baş memurlar, baş gardiyan, baş efendi de denir) ser gardiyan, idari memurlar yani ikinci müdürler, birinci müdürler, hapishane müdürü, cezaevi savcısıdır.
İnfaz koruma memurları gece ve gündüz vardiyalarında her gün sabah ve akşam koğuşa girer sayım alır, “Allah kurtarsın” derler. Sayımlarda en başa blok mümessili en sona koğuş mümessili durur, herkes tamsa son der, olmayan varsa, hasta ikinci koğuşta diye malumat verir.
Yeni tutuklanıp mapus damına düşen mahkûm, bir gece kaldığı karantinada yeni geldiği bu dünyanın, yeni ve farklı bir dünya olduğunun farkına varmış bir şekilde sabaha uyanır, cezaevi savcısı tarafından suçuna uygun koğuşa verilir.
O koğuşun gardiyanlarından biri tarafından alınarak, nöbetçi vardiya baş memurunun gözetiminde, koğuşuna götürülüp, demir kapılar açılarak, koğuş kapıcısına seslenilir:
“Acemi tavşanlar geldi içeri alın!” sonra koğuşun iç kapıları açılır ve mahkûm kanunun kendisi için biçtiği sürece kalmak üzere, herkesin tanımında mutabık kalacağı en kesin kamusal alana, koğuşun mahremiyetine emanet edilir.
Koğuş kapıcısı en munis sesiyle “Hoş geldin kardeş, geçmiş olsun, Allah kurtarsın” diyerek mahkûmu alır, kalacağı katın durumuna göre o katın meydancısının yanına götürür.
Meydancı, mahkûmu bir masaya oturtur, çay söyler -tüm mahkûmlar şunda hem fikirdir ki, bir gecelik karantinadan sonra, insanî davranışlarla sunulan bir bardak çay, o an için tün dünya nimetlerinden evladır- teselli eder, koğuş defterine, adını, soyadını, suçunu, tahliye tarihini yazar. Memleketinin ya da suçunun durumuna göre birine emanet eder. Mihmandar mahkûm yeni mahkûmu alır, ilk önce koğuşun yaşam kurallarının yazılı olduğu, blok mümessili tarafından belirlenmiş yeni hayat nizamnamesini okutur; dolabını, tuvaletleri, lavaboları, havalandırmayı, çay ocağını gösterir.
Her mahkûma gelir gelmez, bir diş macunu ve fırçası, traş bıçağı verilir, bunlar herkese ücretsiz verilir. Koğuşlara para sokmak yasaktır, paralar emanete alınır, daha sonra kantin fişleri aracılığı ile mahkûmlar tarafından kullanılır. Ekonomik durumu iyi olmayanların sigara dâhil zorunlu ihtiyaçları blok mümessilinin organizasyonu ve koğuş mümessilinin eliyle imece usulü koğuş tarafından, yetişmediği zamanlarda, mümessiller tarafından karşılanır.
Gündüz, tanışma, koğuşu tanıma, alışma heyecanıyla geçer; akşamleyin blok temsilcisi ve koğuş mümessili tarafından, postaları aracılığıyla odalarına çağrılan mahkûm, önce kapıda bekletilerek, üstü başı düzelttirilerek içeri alınır, kendisine buranın kimin tarafından yönetildiği bildirilir. Buranın yeni bir dünya olduğu, hapishane olduğu, ona göre davranırsa rahat edeceği, ekonomik durumu iyiyse koğuş dayanışmasına katılmasının zorunlu olduğu, bu konuda yalan söylerse başının derde gireceği güzelce anlatılır. Blok mümessili kimseyle fazla samimi olmamasını, kurallara uymasını ve bir derdi olursa, iç koğuş mümessiline; o çözemezse meydancıya, o da çözemezse genel koğuş mümessiline, o da çözemezse kendisine gelmesini öğütler. Daha sonra kurum idaresinden verilen pembe hapishane kimliklerine atıf yaparak “mavi kimliklerinizi idare aldı, yerine pembe kimlikler verdi, burada bulunduğunuz sürece erkeklik yapmaya kalkmazsanız, bu sizin iyiliğinize olur“ diyerek mahkûmu yeni hayatına uğurlar.
Kiminin güç sahibi, kiminin itaate zorunlu olduğunun çabucak değişebileceği; bu belirsiz dünyada kiminin günlerce, kiminin haftalarca, kiminin aylarca, kiminin de yıllarca yeni yaşam alanı, yani: “evi” olur.
Koğuşların duvarlarını en çok süsleyen yazılardan biriyle sözlerimizi noktalayalım.
“Sahil kenarlarında, bazen karıncalar balıkları yer, bazen de balıklar karıncaları yer, bulunduğun yerde kendi gücünü ve kendini bir şey sanma, kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir.”