Elbistan; Dulkadiroğluları Beyliği’ne başkentlik yapmış, bağrında Ceyhan Nehri’nin kaynadığı, sırtını Şar Dağı’na dayayan kadim bir şehirdir. Bugün her ne kadar da şehir kelimesinin içi boşaltılmaya çalışılarak kentleştirilmeye çalışılsa da şehrin kendine özgü bir kimliği, bir kişiliği vardır. Şehirler bu kimlikleriyle tanınır, sevilir, bağlanılır, hasretiyle tutuşulur.
Herkesin şehri kendine güzeldir. Şehir bir mıknatıs gibi insanı içine çeker. Herkes kendi yalnızlığını yanında taşır, başka şehirlere gidince yalnızlıktan kurtulacağını zanneden bir de Derviş Yunus olursa yüreğinden şu dörtlük dökülür:
Hey Emre’m Yunus biçare,
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şara
Şöyle garip bencileyin
Koca Yunus’un şardan şara dediğini, şehirden şehre diye tercüme ettiğimizde de; Şar Dağı’na sırtını yaslayan Elbistan, gözlerimi kapadığımda gözlerimin önüne Rahmetli Cansız Ahmet Güllü, Seydahmet Kutuzman geliverdi. Arif Bilgin, Âdem Konan, Mustafa Türk, Bestami Yazgan ile birlikte bir masa başında şiir okuduğumuz, insaf sınırları dışına taşınarak Bestami Yazgan ile eleştirildiğimiz ve geceyi uykusuz geçirdiğim o günü hala unutmadım. “El yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz zannedermiş.” derler ya o günkü eleştirilerden sonra şiire yeni başlıyormuş gibi kendimi sığaya çekip fazlalıklarımı atmaya başladım.
Atalar “Göl yatağında su eksik olmaz.” demişler. Türkiye şiir atlası açılsa Elbistan’ı tanımayan şaire şair denmez herhalde.
İsterseniz bir de halk şiirinin en önemli temsilcilerinden Karacaoğlan’ın Elbistan’ı nasıl tasvir ettiğine bakalım:
Birem birem toplayayım odunu Bilem dedim bilemedim adını Elbistan yanaklı Kürdler kadını Bir kız bana emmi dedi neyleyim
Âşık Derdiçok, Âşık Virani, Âşık Ferahi, Âşık Devai, Âşık Mahzuni Şerif, Âşık Ali Gözükara’dan başlayan âşıklık geleneği Şair Süleyman Bulut, Ahmet Çıtak, Hayati Vasfi Taşyürek, Ali Akbaş, Kamil Bozkurt, Abdurrahim, Bahaettin Karakoç, kardeşlerden tutun da Cansız Ahmet Güllü, Seydamet Kutuzman’dan günümüze halk şiirinin atardamarları yeni sürgünler vermeye devam ediyor.
Yazımıza konu olan kitap ile ilgili Mehmet Gözükara 2006 yılında Haber Elbistan gazetesinde H. Hasan Uğur ve Ahmet Bulut ile yapmış olduğu atışma ile ilgili düşüncelerini şöyle özetliyor: “Öteden beri kitaplarından tanıdığım Çıldırlı Âşık Şenlik Baba, Narmanlı Sümmani, Erzurumlu Âşık Reyhanî, Karslı Murat Çobanoğlu gibi nice âşıkların atışmalarını gıpta ve ilgiyle okuyordum. Okudukça da atışma isteği içerimde zapt edilmez bir arzuya dönüşmüş bulunuyordu.” Zaman içinde bu halka genişletilerek 20 Ekim 2011’de 13 şairin (Mehmet Gözükara, Ahmet Bulut, Erol Boyunduruk, İsmail Kutlu Özalp, Haşim Kalender, Mahir Baypınar, M.Ali Kepez, Eyüp Şahan, Fatma Kalkan, Saliha Değirmenci, H.Hasan Uğur, Can Uğur, Osman Konak) katıldığı ve Haber Elbistan gazetesinde yayınlanan bu atışmalar üç ayda tamamlanır.
Atışma deyince âşıkların karşılıklı irticalen saz eşliğinde birbirlerini sınamaları, övmeleri, yermelerini ya da bir konu üzerinde sözü bir düzen içinde sazın telleri arasından geçirerek dinleyicilere hoş vakitler geçirmeleri akla gelir. Âşıklık geleneğinin kaybolmaya başladığı bu günlerde daha önce eşi benzeri olmayan sazın telini tıngırdatmasını bilmeyen şairler söz meydanına çıkarak atışmaya başlayamazlar mı? Görelim bakalım şairler atışırken âşıkları kıskandıracaklar mı?
Atışma (Deyişme), “saz fasıllarının haricinde bir şairin sorgusuna diğerinin karşılık vermesinden ibaret nazımlardır. Saz fasıllarındaki sorgu ve karşılamaya da tekerleme denir. Halk şiirlerinde ve saz şairlerinin eserlerinde bu tarzın pek çok türleri görülmektedir.”1 Demek ki şairler de atışıyormuş ama biz bu güne kadar bu örneklere ulaşamadık. Bizim bilebildiğimiz ve bu alanda ilk kabul ettiğimiz; Söz Kuşandı Şairler Kılıçtan Keskin Atışmalar2ın sayfalarını çevirerek okumaya başlıyoruz.
Haydi, Allah rast getire deyip söz meydanına ilk çıkan şair Mehmet Gözükara, şairleri söz meydanına şöyle çağırmakta:
Kelam ehli sever sözü sohbeti
Söz verip sözünde duranlar gelsin
Her zahmetin olur mutlak rahmeti
Nefsini talimde yoranlar gelsin
diyerek, Şair Ahmet Bulut’a, Mesut Türkkahraman’a, Haşim Kalender’e, Osman Konuk’a, Mehmet Ali Kepez’e, İsmail Kutlu’ya, Eyüp Şahan’a zarf atarak meydana inmelerini istiyor. Yüreğinde söz pişirip gönül sofralarına sunmak isteyen Ahmet Bulut:
Gönül ehli, tespih eder zikrini,
Silkip atar, kör nefsinin mikrini,
Test ederim rakiplerin fikrini
Hesapları boza boza gelirim
diyerek Mehmet Gözükara’ya “Halep orda ise arşın burada.” dercesine meydan okuyor. Mehmet Gözükara altta kalır mı?
Kemlik düşer ise açar arayı
Usulüne uygun bağla yarayı
Car-cahil belleme Gözükara’yı
Çimenleri ezdiremem bilesin.
Gözükara’nın meydan okuyuşu elbette yukarıdaki dörtlük kadar değil. Ahmet Bulut yavaş yavaş atışmanın dozunu attırarak Gözükara’yı meydanı dar etmek ister.
Davran Gözükara sen seni kolla
Dengeli adım at şaşmadan yürü
Gücün yetiyorsa Bulut’u solla
Riya çukuruna düşmeden yürü.
İki şairin atışmaları bu dörtlüklerle sınırlı değil elbette. Birbirlerini pes ettirene kadar bu atışmayı sürdürmek isterler ama sırada meydana çıkacak başka şairler var. Gözükara ile Bulut birbirleriyle on bir defa atışırlar, sırada bekleyen şairler olmasa soluklanmadan atışmayı sürdürecekler. Biz geçelim başka atışmacılara.
Aslında halk şairleri her ne kadar âşıklar gibi irticalen atışmasalar da en az çalıp söyleyen âşıklar kadar istidatlı olmalarına rağmen böyle bir gelenek olmadığından yazarak atışmayı yaparlar.
Elbistan’da yaklaşık otuz yıldır, Elbistan’ın kültürüne sanatına önemli katkıları bulunan şahsiyetlerden Arif Bilgin’i de unutmamak gerek. Arif Bilgin olmasaydı belki de bu şairler birbirlerini tanımayacaklar ve böyle bir atışma yapamayacaklardı.
Şairleri bir araya getirip atışmaları için bir nevi hakem olan Arif Bilgin ağabeyin, Elbistan’da yapılan bir âşıklar gecesinde sunuculuk yaparken şahit olduğu olayı da buraya almadan geçemeyeceğim. Kul Mustafa ile çırağı olduğunu söylediği Hacı Karakılçık atışacaktı. Merhum Hayati Vasfi Taşyürek’ten ayak istediler; o da, “Meydana gel.” dedi. Salondaki insanları pürdikkat dinlettiren, zaman zaman sesli ve alkışlarla tezahürat yaptıracak kadar heyecanlandıran bir atışma yaptılar. Alkışı daha çok alan, böylece havaya giren Kul Mustafa, salona dönerek meydan okudu. Üstüne şair tanımadığını, atışmada kimsenin yenemeyeceğini vs söyledi. Bunun üzerine, salonda bir sessizlik oldu. Kimi ayıp ettiğini düşünüyordu, kimi “Aha şimdi Abdurrahim ağabey çıkarsa meydana, onun hakkını avucuna kor.” diyordu.
Abdurrahim ağabey bana, “Beni sahneye çağır.” işaretini yaptı. Ben de sahneyi boşalttıktan sonra şiir okuyacağını anons ederek davet ettim. Atışma yapacağı sanılarak heyecanlanan kalabalık salonu havalandırıyordu neredeyse. Dışarıdakiler de içeri girmek için kapılarda bastırıyordu. Abdurrahim Karakoç, sahneye çıkıp mikrofonu aldı ve salonu alkışla inlettiren şu cevabı verdi; “Ben, irticalen de söylerim. Bilenler bilir ki çok söyledim. Üzerinde durmadığımdan körelmiştir. Ama ben, asıl kalem şairiyim. Kalemle yazışmak üzere göbeğinden atan varsa buyursun çıksın karşıma!” Ortalık sus pus oldu karşısına kimse çıkamadı.3
Rahmetli Abdurrahim ağabeyin bu meydan okuyuşundan da anlıyoruz ki kalem şairleri de irticalen atışabiliyorlarmış, bunun için belki de biraz idman yapmak gerekiyor.
Azerbaycan’da bizdeki âşıkların atışmalarına benzer adına Meyxana denilen bir atışma türü var. Atışma için önceden hazırlanan ayaklar bir torbanın içine dolduruluyor dışarıdan birisi elini torbaya daldırıp yüzlerce ayak içinden bir ayak çekiyor ve ayağı iki ya da daha fazla hakeme takdim ediyor. Hakem ayağı okuyor, atışacak iki ya da daha fazla şairlerden herhangi birisi söz meydanına alıyor. İlk atışmacı sözünü bitirir bitirmez hangi şair kendini hazır hissederse cevabını veriyor. Üçüncü atışmacı hazırsa cevabını o, hazır değilse ilk atışmacı cevabını veriyor. Zaman zaman atışma o kadar hızlanıyor ki kimin kime ne söylediğini kaçırdığınız oluyor. Peki, bizim Elbistan’daki şairler Elbistan Belediyesi’nin açmış olduğu Kültür Ocağında haftada ya da on beş günde bir atışma yapamazlar mı? Pekâlâ, yapabilirler, bizden söylemesi diyelim ve “Kılıçtan Keskin Atışmalara” devam edelim.
Hani İbrahim Hakkı Hazretleri’nin dillere pelesenk olan: “Harâbât ehlini hor görme zâhid/Defineye mâlik vîrâneler var.” dizelerinden yola çıktığımda İsmail Kutlu Özalp ile karşılaştım. Aslen Elbistanlı olup uzun zamandır İstanbul’da yaşayan bir İstanbul beyefendisinin de böyle atışacağı kimin aklına gelirdir. Kutlu, Gözükara’ya şöyle seslenir:
Âşık olan çile çeker dert çeker
Göz göz olur yüreğinde yaralar
Dost kahrını namert değil mert çeker
Yazık ki az böyle gözü karalar.
Mehmet Gözükara ile yapılan bu atışma sanki karşılıklı yapılmış hissi veriyor. Birisi Elbistan’da birisi de İstanbul’da nasıl oluyor da karşılıklı atışma hissi veriyor diyecek olursanız, ben de çağın imkânlarından yararlanarak ya telefon mesajıyla ya da msn’de karşılıklı atışmışlar diye içimden geçiriyorum. Gözükara şöyle cevap verir:
Var mı Eyüp gibi düşüp dert çeken
Kurtlanırdı lime lime yaralar
Dostu olan dostu ile dert çeker
Kutlu kalem muştuları sıralar.
Gözükara ile Kutlu’un atışmaları elbette bu kadar değil. Zaman zaman Koç Köroğlu gibi birbirlerine saldırıyor, zaman zaman da Yunus bir yürekle –Elbistan’ın Aksakalı Bahattin Karakoç ağabeyin: “Toprağa bas deli gönül toprağa/ Dosttan daha yüksek uçamazsın ki.” dediği gibi birbirlerinin kovanını yağmalıyorlar. Gözükara’nın Ahmet Bulut ile atışmasıyla Kutlu ile atışması arasında hissedilir derecede üslup farkı var. Demek ki atışmacı atışmacıya göre vaziyet alıyor. Kutlu’nun Yunus edalı üslubuna karşılık Gözükara’da edep erkân çizgisinden dışarı çıkmadan birbirlerini tahkir etmeden sözden inci diziyorlar.
Kitaptaki üçüncü atışma Mehmet Gözükara ile Haşim Kalender’in atışmalarıyla devam ediyor. Haşim Kalender, Gözükarayı usta olarak görüyor. Hani üstad Necip Fazıl Kısakürek’in: “Ustada kalmışsa bu öksüz yapı/ Onu sürdürmeyen çırak utansın.” dediği gibi. Gözükara, Kalender’e yüklenmek istiyor. Kalender ise:
Keskenirsin kalender’e vurmazsın
Usta dedim durmayasın- durmazsan
Çal başını kayalara kırmazsan
Şişler-dişler gördü, ya sen görmedin
diye ürkek bir edayla meydan okumaya çalışırken, Gözükara’da karşılığını verdiği “Ustan Görürdü” taşlamasında:
Er akşamdan senin gibi yatmadım
Düşmana gül dosta çamur atmadım
Su üstünde gönül güttüm batmadım
Eğer kalsa idin ustan görürdü.
Elim kalkmaz Kalender’e vuramam
“Ustam” dedin el içinde yoramam
Gözükara’m sevmeseydi aramam
Eğer bulsa idin ustan görürdü.
Haşim Kalender’in aslında suyu daha serttir. İbni Haldun Mukaddimesi’nden mevsimlerin insanlar üzerinde etkilerinden yola çıkarsak Kalender’in Afşin ilçesinin Marabuz (Dağlıca)lu olması nedeniyle atışmalarının arasında yer yer Köroğlu gibi ünlemesi normal. Afşin-Elbistan yöresi aynı zamanda güreşi ile ünlü olduğundan şairler zaman zaman birbirlerini er meydanı diye mindere çağırırlar. Kelender, Gözükara’ya yazdığı bir taşlamada da er meydanına çağrılırken:
Hem güreş tutarsın elin havada
Güreşen mi hakem sizin ovada
Kanatlanan uçar kalmaz yuvada
Yeşermiş sevgiler soldurma usta.
diye atışmayı sürdürüyor, sürdürmesine ama; Kalender’in elinden gelse Gözükara’yı Tilkiye Atmak4 istiyor ama buna gücü yetmiyor.
Biz gelelim Ahmet Bulut ile Erol Boyunduruk(Giryani)un atışmasına. Ahmet Bulut atışmanın bir yerinde:
Tevazunla insanlara yakın ol
Diken olma gönüllere ekin ol
İncinsen de incetme ha sakin ol
“Gönül Kâbe” zinhar yıkma Giryani
Giryani de Kalender gibi Afşinli bir şair. Her ne kadar da Afşin-Elbistan-Göksun aynı coğrafyanın birbirlerine yakın ilçeleri de olsa Elbistan ile bu iki ilçenin öteden beri birbirlerine üstünlük taslamaya çalışmaları bu yörede yaşayanlar tarafından bilinmektedir. Hani şairler birbirlerini meydana çağırırken mindere çağırıyor gibi davet ederler dedik ya, ha işte bu düşüncelerimizi doğrular nitelikte Giryani, Hoca’m diye hitap ettiği Bulut’a şöyle cevap verir:
Söyle davulcuya Köroğlu çalsın
Yiğit pehlivanlar şalvarı alsın5
Kısa kes de Aydın havası olsun
Lafı lastik gibi sündürme Hocam.
Bu meydanın başgüreşçilerinden birisi Mehmet Gözükara olsa gerek ki en fazla atışma Gözükara’nın payına düşüyor. Bu sefer de Giryani ile kapışıyorlar. Giryani, Gözükara’ya söz ile şöyle meydan oluyor:
Duydum pehlivanlar güreş yapıyor
Giydim şalvarımı kopar gelirim
Ağzı üstü düşen yeri öpüyor
Bazen tökezlerim keper gelirim.
Soyadı kanunu çıktığında evrak kayıt memurları soyadını yazacağı adama almak istediği soyadı soruyor muydu sormuyor muydu bilmiyorum ama öyle tahmin ediyorum ki adamın yüzüne bakıp ona göre soyadını yazıyor olmalı ki Gözükara’nın muhtemelen dedesinin yüzüne bakmış, kanının fıkır fıkır kaynadığını görünce senin soyadın da Gözükara olsun demiştir ki gerçekten gözünü daldan budaktan esirgemeyen bir Gözükara olmuş:
Kanı kaynak canı sağlam Giryani
Kopa-kopa geliyormuş ağalar
Korkarım kan revan kalır her yanı
Kepe-kepe geliyormuş ağalar.
Gözükara ile Giryani’nin atışmaları sürüp gidiyor. Ahmet Bulut ile Eyüp Şahan’ın, M. Ali Kepez ile Giryani, yine Ahmet Bulut ile M.Ali Kepez’in, Mahir Başpınar ile Mehmet Gözükara’nın, yine Mahir Başpınar ile Giryani’nin, Mehmet Gözükara ile H.Hasan Uğur’un, Mehmet Gözükara ile Fatma Kalkan’ın atışması, atışmaları aynı minval üzere sürüp gidiyor. Gözükara ile Fatma Kalkan( Çoruh’un kızı) atışmalarının bir yerine gelince atışmanın şekli değişiyor. Bu sefer âşıklar birbirlerini Muamma dalında sınıyorlar.
Saz şairlerinin daha çok bilgi ve becerilerinin ölçülmeye çalışıldığı bu tür atışmalarda âşığın neyi ne kadar bildiği ya da bilmediğinden hareketle yola çıkılır.
Bir saz şairi bir şehre gelince şairlerin şiir söylediği âşıkların atışma yaptıkları belirli kahvelere uğrar, muammasının çözümünü kapalı bir zarf içinde kahveciye teslim eder. Kahveci zarfı saklardı. Muamma bir büyük kâğıda yazılarak kahvenin kapısına veya duvarda bir tahtaya yapıştırılır.Tahtanın etrafına da takriben bir metre kalınlığında balmumu sürülürdü. Kahvelerde özellikle muammanın indirileceği gecelerde yüksek sesle konuşulmaz, herkes bir heyecan ve sessizlik içinde sonucu beklerdi.6 Gözükara’nın Çoruh’un Kızı’na yazdığı muammanın bir kıtasını alalım:
Sarp kayalı dağda avcılar gezdi
Bilgili şairler muamma çözdü
O kimdi balığın karnında yüzdü
Kitapta yazılı yerden haber ver!
Çoruh’un kızı da öyle sıradan okuryazar birisi olmadığını Gözükara’nın muammasını çözerek gösteriyor:
Deryayı dolanır balık sürüsü
Yunusun karnında efdal birisi
Adını zikreder ayet serisi
Kur’an’da yazılan çârı bilirim.
Olsun istiyorsan çorbaya katkın
Sözü söylemeden yedi kez yutkun
Aşktan dem vurursun oldun mu tutkun
Küle dönüşmeyen kordan haber ver!
Nemrut ki meydanda bir ateş yaktı
Alev suya döndü sel gibi aktı
İbrahim yol bulup ateşten çıktı
Mancınık kurulu sur’u bilirim.
Gözükara’nın muammasının nasıl çözüldüğünü okuduk. Her iki şairin de muamma dalında atışmaları sürüp gidiyor.
İsmail Kutlu Özalp ile Giryani’nin atışması, Saliha Değirmenci ile İsmail Kutlu Özalp atışmaları ile devam ediyor kitap. Saliha Değirmenci “Zühre” mahlasını kullanıyor. İki atışmacı edep sınırları dışına çıkmadan öyle güzel atışıyorlar ki dörtlüklerin sonlarındaki mahlasları kaldırıp yerine sevdiğinizin ismini koyarak sevdiğinize gönderebileceğiniz bu atışmaların güzelliğine birlikte şahit olalım. İsmail Kutlu bir atışmasında bakın ne diyor:
Bir umut tükenir bir hayal üşür
Yıldızlar sığınır eline Zühre
Her gece tedirgin ruhlar üşüşür
Dualar düşmez mi diline Zühre.
Çağlayan su gibi vurgunca düştüm
Mecnun’u kaybedip aklımı şaştım
Ben ki selvi gibi ram-olmaz baştım
Elimi dünyadan çektim be Kutlu.
İki aşığın atışması böyle birbirine nazire yaparak sürüp gidedursun. Saliha Değirmenci ile Fatma Kalkan’ın, Giryani ile Fatma Kalkan’ın atışmaları ile son buluyor kitap. Anlaşılan o ki Elbistan Ovası’nın mümbit toprağı gibi bu şairler bundan sonraki atışmalarında Divani, Dudakdeğmez ve Cigalı Tecnis dalında da atışma yapacaklar. Darısı başka şehirlerde yaşayan şairlerin başına diyelim mi? Dedik bile.
Genelde âşıkların atıştıklarına şahit olduk. Yakın zamana kadar Erzurum’da, Sivas’ta, Çukurova’da, Konya’da yapılan Âşıklar Bayramı’nda âşıkların birbirlerine nasıl da meydan okuduklarına şahit olduk ama şair şairlerin âşıklar gibi atıştığına şahit olmamıştık.
Halk şiirinin miadını doldurduğunu, bu yüzden modern şiirinin revaçta olduğu söylense de hangi şaire türkü dinleyip dinlemediğini sorsanız elbette türkü dinlediğini söyleyecektir. İşte bu türkülerin içini dolduran, dudaklarımızı kavurtan, gönlümüzü gönendiren, efkâr barometremizi yükselten, dertlendiren ve derdin içinden gönle derman sunan işte bu şiirlerin tel tezene arasında inleyerek dudaktan kalbe yol almasıdır halk şiiri.
Günümüz şiirinin yaşayan aksakalı Sezai Karakoç’un Monna Rosa’sını bilmeyen şair var mıdır? İşte o şiirin damarlarında halk şiiri geleneğinin olmazsa olmazı hece olmasaydı o şiir bu kadar kolay ezberlenmezdi.
Günümüz şairlerinin halk şiirinden bu kadar uzak durması, halk şiirinin dergilerde neredeyse hiç yer alamaması, artık yazılmadığı anlamına gelmediğini bu kitapta gördük. Hem de ne gördük. Bu şairler bir de âşıklığa soyunarak birbirleriyle atışıyorlar. Bu atışma kendi alanında tektir. Özellikle âşık edebiyatı ile ilgilenen okur-yazar-akademisyenler için yeni bir kapı aralayan kitaptır.
Karakoçlar yurdu Elbistan’daki bu şairlerin atışmalarının sonunu da rahmetli Abdurrahim Karakoç ağabeyin:
“Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim ele kar geliyor gardaşım
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor dar geliyor gardaşım”
dizeleriyle bitirelim.
Kaynakça:
- ONAY Talat Ahmet, Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i (Hz. Cemal Kurnaz) Ankara, 1996, Akçağ Yayınları s. 212
- GÖZÜKARA Mehmet, Söz Kuşandı Şairler Kılıçtan Keskin Atışmalar, 2012, İstanbul, Özgü Yayınları
- BİLGİN Arif, Kardeş Kalemler, Abdurrahim Karakoç Özel sayısı, Temmuz 2012
- Tilkiye Atma: İki pehlivan karşılıklı güreş tutmakta iken, öyle bir an gelir ki rakipten birisi dizleri üstünde mücadele etmektedir. İki güreşçi kendisi için vaktin geldiğini düşündüğü anda –tilkiye atacak kişi–sağ dizini yere atarak sağ elini rakibinin belinden aşırır şalvarın arkasından tutar, sol elini şalvarın ayağından kavradığı gibi rakibini omzundan aşağı adeta savururcasına atar böylece rakip tuş olmuş sayılır. Tehlikeli bir oyundur. Bazen rakibin boynu da kırılabilir. Bu oyuna Tilkiye atma oyunu denir. Bu oyunuyla öne çıkıp nam salan pehlivana“Tilk’asan”gibi isim/lakap da takarlardı.
Kaynak kişi:Elbistan’ın Söğütlü kasabasından Hacı Hasan Uğur (1928)
- Şalvar Almak: Köy düğünlerinde güreş halakası (meydanı) kurulur, iki köyden düğüne iştirak edenlerin içlerinden güreşmeye yatkın olanlar küçükten büyüğe doğru güreşerek yukarı sıklete doğru çıkar. Meydanda bulunan güreşçi yıkılmadan çıkmazdı. Onun içindir ki üst üste üç-beş hatta yedi güreşçiyi ardı ardına yıkan güreşçilere rastlanırdı. En sona kalan ve her iki köyün son güreşçileri olan güreşçilerden hangisi yenerse şalvar o köyde kalmış olurdu. –daha önceden köyde bulunan ipten örme ağzı geniş şalvar başpehlivanın omzuna atılarak birinci gelen pehlivan diğer pehlivanların omzunda köyde tur attırıldıktan sonra düğün sahibine şalvar iade edilerek onun kendilerine edeceği ikramın önü açılmış olurdu.
Kaynak kişi: Elbistan’ın Söğütlü kasabasından Hacı Hasan Uğur (1928)
- ÖZSOY Bekir Sami, ÇELİK Mehmet, 1. Âşıklar Şenliği, Manisa 2000, s. 19