Fatih Turanalp – Büyümeye Ne Gerek Var!
Günümüzde edebiyatın, büyüklerin ve küçüklerin edebiyatı olarak ayrıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Edebiyatı sınırları belli ve kendilerine özgü alanlar içine hapsetmenin pek de doğru olmadığı kanaatindeyim. Özelleştirdiğimizde adına çocuk edebiyatı diyoruz ama çocuk edebiyatı dediğimiz şey sadece çocukları hedefleyen bir yazın değil. Çocukluğun saflık, duruluk demek olduğunu düşünürsek çocuk edebiyatının da saf ve duru bir söyleyiş olduğundan bahsedebiliriz. Çocuk edebiyatı, çocuklara çocuk kalmayı öğütlerken, büyüklere de çocukluklarına geri dönmelerini, kaybettikleri değerleri, modern hayatın albenisi içerisinde gözden kaçırdıkları ayrıntıları yeniden hatırlamalarını salık veriyor.
Çocuk edebiyatını çocukların algı düzeyini küçümseyerek basit ifadelere ve estetik olmayan bir çerçeveye hapsetmek yanlış bir yaklaşım olacaktır. Günümüzde bunun örneklerini maalesef çokça görmekteyiz. Çoğu sırf ticari kaygılarla yayınlanan bu tarz ürünlerin çocuğun dünyasına ulaşabildiklerinden o kadar da emin olmamak gerek. Çocuğun izlediği, takip ettiği her şeyi olduğu gibi benimsediğini düşünmek onları hafife almak olacaktır. Yani çocuğun daima yönlendirilebilir, seçiciliği ve seçme hakkı olmayan zayıf bir varlık olduğunu düşünmek ona yapılmış büyük bir haksızlıktır. Çocuğun üstün bir estetik algısı ve kendisine yönelen, ona hitap etmeye çalışan ürünlerin kalitesini tartan bir seçiciliği vardır. Bu yüzden çocuklar için yapılan çalışmaların, ortaya konan ürünlerin büyüklerinki kadar, hatta daha fazla bir titizliği hak ettiği gerçektir.
Çocukların benlik oluşum sürecinde öncelikle etrafını gözlemleyip taklit ettiklerini ve çevreleriyle bir özdeşlik kurduklarını görüyoruz. Nesnelerin, duyguların büyüklerin koyduğu adlarını öğrenirken, bu geçiş sürecinde çocukların yabancılık çektiklerini ve tuhaf telaffuzlarının olduğunu bile gözlemleyebiliriz. Çocuklar, büyüklerin dünyasına hemen adapte olamıyorlar; ancak aradan geçen zaman ve dışsal etkenler sayesinde büyüklerin dünyasına yaklaşıyor ve onlar gibi olmaya başlıyorlar. Merak duygusu ise çocukların hayal dünyasını besleyen en önemli etken. Oysa insan öğrendikçe ve bildikçe ne yazık ki tembelleşiyor. Çocuk da büyüdükçe, büyükler gibi hayal kurmayı unutmaya başlıyor. Sonsuz bir hayatın bilinmezliği ortada dururken ve bütün dünyayı yaratan Yüce Yaratıcı kendini gizleyerek en büyük merak unsurunu ortaya koymuşken, merak duygusunu öldürmek ve hayal kurmayı unutmak ne kadar acı. Bu yüzden hayal kurmayı yeniden hatırlamak ve çocuklarımıza hatırlatmak gerek.
Üzerine yazı yazılmamış bembeyaz bir kâğıt gibi olan çocuklar, adım attıkları yeni dünyada kendi öz benliğini kazanırken, büyükleri de bir sınavdan geçiriyorlar aslında. Günümüzün büyükleri, aşırı kontrollü bir geleneksel ailede büyümüşler. Bugün ise çocuklarını kontrol etmeyi unutuyorlar ya da buldukları ilk güvenli limana çocuklarını teslim etme anlayışındalar. Eskinin çocuğuna kendi ideallerini dayatan (hayallerini değil!) anne-babalar gitmiş, yerini ise günümüzde “Aman benim yaşadıklarımı yaşamasın!” diyen, serbestliği abartmış bir anne-baba profili almış durumda. Ama haklarını teslim etmek lazım, günümüzde çocukları kontrol etmek de öyle sanıldığı kadar kolay değil. Mesele zaten kontrol meselesi değil. Çocuğu serbest ve özgür bırakmak da değil çözüm. Mesele çocuğu vicdanının sesiyle, kendi öz benliğiyle, yani onu tertemiz fıtratıyla yüzleştirme meselesidir. İyi insan olma, iyi insan olarak kalma ve iyi insan yetiştirme meselesidir. Bu evrensel bir şeydir. Zamanlar üstüdür. Geçmişte de böyleydi. Gelecekte de böyle olmaya devam edecek.
Çocuk kitapları, çocuğun benliğinin, karakterinin oluşumunda oldukça etkili bir araç. Günümüz çocuğunun özellikle görsel olarak, televizyon ve bilgisayarla, sinema ve diğer medya unsurlarıyla kuşatıldığını ve kitapla arasına ciddi mesafeler girdiğini fark etmek artık hiç de zor değil. Kitabın sessiz, sakin ve çocuk muhayyilesini canlandıran naif duruşunun yerini artık ışıltılı görsellikler ve gürültülü müzikler aldı.
Eğitim sistemiyle ilgili de sorunlarımız var. Matematiksel, akla yatkın ve mantıksal şeylerle kurgulanan bir eğitim sistemiyle büyüdük hepimiz. Uçarı şeylerden ziyade üç tarafı denizlerle çevrili, sınırları belli bir hayal dünyasına hapsedildik. Oysa gelenekten gelen masallarımızda derin bir bilgeliğin yanında uçarılık ve gerçeküstülük yok muydu? Neden bu kadar mantıksal bir çerçeveye hapsolduk ki biz?
Çocuklarımız ise bugün hayale benzeyen, hayal çakması, alt metinlerinde tehlikeli pek çok mesaj barındıran albenili bir dünya ile karşı karşıya. Çocuk kitaplarında bile yoğunluklu olarak karmaşık karakterler, karanlık dünyalar ve zihin karışıklığına yol açacak temalar var. Aslında sadeliğe ihtiyacı var çocuklarımızın. Elbette büyüklerin de…
Çizelgeli eğitim sistemi geçmişte bizim hayallerimize ket vururken günümüzde ise çocukların hayal kurma haklarının yine ellerinden alındığını düşünüyorum. Çocuğun öz benliğini ve fıtrattan gelen o saflığını kirleten modern çağ unsurları, kendi gri hayallerini çocuğumuza dayatıyor ve onu masumiyetinden kopmuş bir büyük olmaya hazırlıyor ve tabiri caizse buna zorluyor. Hayaller bile “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna endekslenmiş durumda. Hayal kurmak bu değil! Hayal dediğimiz şey, yazıldığında bile hayalden daha alt düzey bir şeye dönüşüyor. Hayal kurmak öyle tarifsiz bir şey.
Oysa büyümeye ne gerek var! Yaşımız ne kadar büyük olursa olsun insan olarak niteliğimiz, insanlık kalitemiz, yapıp ettiklerimiz, yazıp çizdiklerimiz; çocukluğa ne kadar yakın olduğumuzla, ne kadar saf ve temiz kaldığımızla, hayallerimizin peşinden ne kadar koştuğumuzla ilintili değil mi?