Zekeriya Tamir – Hülasa
Çeviri: Mücahit Küçüksarı
Yaşlı mahkûm, tam olarak sayısını bile hatırlayamadığı yılların ardından hapishaneden tahliye edildi. Dışarıda kendisini neyin beklediğini bilmeden hemen oradan ayrıldı. Karısı kendisinden boşanıp başka biriyle evlenmiş, çocukları babalarından bîhaber, annesi ölmüş, kardeşleri ise kendisini reddetmişti. Caddelerde kâh mutlu kâh hüzünlü yürümeye başladı. Her şeyin değişmesine ve bilindik hallerinden farklı oluşuna çok şaşırmıştı.
Bu esnada, devekuşlarından bile daha hızlı koşan ürkek ağaçlar gördü. Şaşırmadı. Toprakları ve kökleriyle olan bağları zayıftır ya da baltalar tarafından kovalanmaktadırlar diye düşündü. Belki de acımasız kimseler tarafından ölü ya da diri aranmaktaydılar.
Ardından, kaplanı diri diri yiyen köpekler gördü. Kaplanlar herhangi bir direniş göstermeksizin sabrediyor ve başlarına gelene boyun eğiyorlardı. Yine şaşırmadı. Çünkü ona göre fare ve kaplan davranışlarında farklı değildi. Boyunduruk altına alınmış bir mahkûm olduklarında itaatten başka bir tavır sergilemezlerdi. Kaplan sadece ormanında kaplandı. Orayı terk etmek zorunda kaldığında bir taraftan değişime de mecbur bırakılmıştı. İşte bu yüzden, köpeğin kaplandan daha üstün olduğu anlayışının hâkim olması çok doğaldı.
Derken, kaynaklarına dönme arzusuyla tersine akan nehirleri gördü. Bunların, bu sıkıntılı dünyadan kaçmak için ısrarla ana rahmine dönmeye çalışan, çabaları boşa gitse de ümitlerini hiç kesmeyen insanları taklit ettiklerinden emindi. Ve sonra, gönüllerinden kopup gelen içten gülücükleri saçan erkekleri, kadınları ve çocukları gördü. İşte şimdi gördüklerine inanamamıştı. Uykuda olduğuna ve gördüklerinin hayalden başka bir şey olmadığına kanaat getirdi.
Kendilerini kuşatan volkanların patlamalarını umursamadan esneyen halkları da gördü. Fakat bunun ne tür bir esneme olduğuna karar veremedi. Zira uykudan uyananlar, uyumak için hazırlananlar ve umursamaz, uyuşuk tembeller hep esniyordu. Diğer yanda kartallar ve şahinler gibi uçan kaplumbağaları gördü. Yine hiç şaşırmadı. Çünkü çağ; uçuş çağı, pilotların çağıydı. Ve bu çağda uçaklar, kasabalar, şehirler hatta vatanlar ve milletler uçuşmuştu.
Sonra cılız kedilerden korktukları için tir tir titreyen pala bıyıklı adamları gördü. Meğer bu kedilerin güvenlik güçleriyle gizlice yardımlaştıklarına, gördükleri ve duydukları her şeyi onlara bildireceklerine inanıyorlarmış.
Mahkûm son olarak, caddelerde yarışırcasına hızlıca giden arabaları gördü. Daha önce hiç yaşamadığı bir deneyimle hayatına son vermek için bir arabanın önüne atlayıverdi.
Zekeriyyâ Tamir
Arap kısa hikâye geleneğinin önemli temsilcilerinden Zekeriyyâ Tamir, 1931 Şam doğumludur. Şam’ın kenar mahallelerindeki bir demir fabrikasında işçi olarak çalışan Tamir, bir müddet gazetecilik mesleğini icra etmiştir. İlk hikâyesi 1956 yılında yayımlanmıştır. Suriye Sosyalist Partisine üye olmuş, 1956 yılında bilinmeyen bir sebepten dolayı partiden tart edilmiştir. Hikâyelerinde Sartre, Kafka ve Camus gibi varoluşçu ve sürrealist isimlerin etkileri görülür. Birçok hikâye kitabı Batı dillerine çevrilen yazarın Türkçeye çevrilen tek eseri “Onuncu Günde Kaplanlar”dır.