Yılmaz Yılmaz – Çiçeklerden Bir Cennet
Bir ayağında sorun vardı, erken emekli oldu onun için. Malulen emekli, demek istemiyordu. Zoruna gidiyormuş.
Boş durmadı, evinin arkasındaki bahçede envai çeşit çiçek yetiştirdi. Ekti, dikti, suladı, okşadı, konuştu…
Onlarla unuttu sıkıntısını, malul olduğunu. Çiçeklerden bir dünya, bir cennet kurdu kendine. Ne insanlar, ne sohbetler, ne çaylar… Çiçeklerle iç içe olmanın verdiği huzuru vermedi hiçbiri.
Onca yıl uğraştı, didindi. Cennet bahçesi, dedi gören herkes dünyası için. İmrendiler, iç geçirdiler, kıskandılar, kudurdular.
O sakat mı,
O habis mi,
O suratsız mı,
O selamsız mı,
O bilmem ne mi…
Duymadı hiçbirini.
Sonra bir gün… Her günkü gibi bir gün… Çiçeklerden kurulu cennetine girerken… Bir sabah… Uyanıp hemen çıktığı yataktan bahçeye neşe ile geldiği bir sabah…
Hayrette kaldı. Hayret mi dedi, acayip mi dedi…
Çiçekler…
Tel tel dökülmüş, sağa sola saçılmış, un ufak edilip ezilmiş, paçavraya çevrilmiş…
Değildi, hayır hepsi yerindeydi işte!
Hayret büyüdükçe büyüdü: Çiçekler kokmuyordu.
Yıllardır bakıp gördüğü, konuştuğu, anlaştığı çiçekler kokmuyordu.
Her zamanki gibi bir gün, işte o gün…
Öğleye doğru yıkadılar. Sarıp sarmaladılar, çiçekler gibi.
Öğle namazından sonra toprağa verdiler.
Eşini, hayatının en güzel rengini, yaprağını, çiçeğini… Yıllardır unuttuğu çiçeğini… Bakmadığı, konuşmadığı, sulamadığı, okşamadığı…
Hayret, dedi sadece.
Hayret!
Sustu.
Ne de olsa çiçekler kokmuyordu.