Zülal Betül Erbay – Erken Yazılmış Yazılar
Arka bahçeyi kurumuş yaprakların sardığı, boyası yağmurlara karşı koyamayıp yer yer dökülen tahta bankın oturulmaktan iyice yayvanlaştığı, yanaklarının soğuktan kıpkırmızı olup saçlarının rüzgârdan uçuştuğu ve bahçenin en uzak köşesindeki kasımpatıları, rüzgârın savurduğu ağaç dallarını ve yaprakları ömrüm diye biriktirmeye başladığım zamanlarda da böyleydim ben.
Ellerini ceplerinden hiç çıkarmıyor ve başını bir kez bile kaldırmadan soruyor. “Neden hep böyleydin?” Sorusuna cevap vermiyorum. “Hatırlıyor musun, biz daha ilkokula gidiyoruz, bir sonbahar günü yağmur haylaz çocuklar gibi yönsüz ve hiç durmayacakmışçasına yağıyor. Sulara basmamak için başımız sürekli yerde; o sırada senin şemsiyen uçuveriyor, onun şaşkınlığıyla hemen ardından da benimki. Rüzgâr öylesine şiddetli ki oyunda en hızlı koşan çocuğun peşindeki ebe zannediyorum kendimi. Şemsiyeleri uzunca bir süre yakalayamıyoruz, onlar önde biz arkada koşuşturup duruyoruz…” O “Hatırlamıyorum” diyor, bir an başını kaldırıp bana bakarak. Devam ediyor, “Neden?” diyor. “Neden hep biriktirirsin sen?” “Bilmiyorum, belki de unutmak içindir.” diyorum. “İlkokulun ilk gününü hatırlıyorum. Küçücük ayaklarımla kocaman adımlar atışımı ve şimdilerde anlıyorum neden büyük adımlar attığımı. Senin ve Leyla’nın arasına oturduğum o öğrenciliğimin ilk sırasını, Aynur öğretmenin iki yana ayrılmış simsiyah kısa saçları, dizlerinde siyah beyaz çizgili eteği ile onun takımı olan ceketi ve siyah ayakkabılarıyla sınıfa girişini, o anı, o andaki bakışlarını, karmaşık duygularımda çırpınan kendi bakışlarımı unutmak için biriktiriyorumdur, olamaz mı? Sebebini hatırlamıyorum çok kereler olmadı bu ama tek ayak üzerinde bekleyişlerimi biriktiriyorum sonra. Fiş defterimi, çubuklardan yazdığım adımı, ödevimi yalnızca bir kez yapmadığım zaman Aynur öğretmenin bana olan kızgınlığını değil kırgınlığını ve çiçek oluşlarımı biriktiriyorum.” “Peki ya…” diyor. “Diğerlerini…” Susuyorum önce ve bir sonbahar yaprağına sertçe basarak “Hayır” diyorum. “Hatırlamıyorum, hiçbir zaman biriktirmedim ben onları! Hızlanan adımlarımda tükenen nefeslerimi,defterimde yarım kalmış cümlelerin arkamdan bakışlarını, ileriye doğru tek bir adım bile atmadan geriye dönüşlerimi ve defterimde yarım kalmış cümleleri bir daha hiçbir zaman tamamlayamayışlarımı, sessiz konuşmalardan duyduklarımın ağrısını günlerce kulağımda duyacağım bir tokat gibi yüzümde kalışlarını, tıklatılan bir kapı sesinde kalbimin küt küt atışlarını, hastane koridorlarını, iğne kokularını, uzun soluksuz bekleyişlerimi, nasıl ki kırılan bir kalem yarım bırakırsa denizin mavisini, güneşin sarısını işte beni de öyle durduran, yarım bırakan seslenişleri, o seslenişlerden sonra bir daha hiç bitirmediğim resimleri, nasıl renksiz kalmışsa o resimler gözlerimdeki ışığın benden öyle gidişini, silinişini, silinişimi yalnızca unutmak için biriktiriyorum” dedim.
Uzunca bir süredir sormak istediği bir soruyu şimdi hatırlamış gibi heyecanla, gözlerimin içine bakarak sordu. “Bir kitap yazdın mı? Yıllar boyunca en çok bunu merak ettim. Aradım, bulamadım. Biliyor musun, insan çocukluk arkadaşının kitabını çocukluğuna dönme arzusu kadar çok okumak istiyor. İşte ben de öyle bir umutla aradım…” O cümlelerini henüz tamamlamamıştı ki çantamdan çıkardığım kitabı uzattım. “Daha yeni” dedim. Kitabı eline alıp kapağını okudu ve gözlerime bakarak olanca şaşkınlığıyla söylüyordu. “Unuttuklarım”.